Cimrilik

  • 3:180

    Allah'ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! Bu onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalanıp bağlanacaklardır. (Sonuçta) Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan (ve içinizde sakladıklarınızdan) haberi olandır.

  • 4:37

    Onlar (inkârcı ve münafıklar ise hem) cimridirler, (hem de) insanlara da cimriliği emreder (önerir)ler. Allah'ın fazlından kendilerine verdiklerini gizli tutup (muhtaçları gözetmekten ve infak etmekten sakınırlar). Biz (zekât vergisine karşı çıkan ve faiz sistemini savunan) o kâfirlere (ve nankörlere) aşağılatıcı bir azap hazırlamışızdır.

  • 4:128

    Eğer bir kadın, kocasının nüşuzundan (baskı ve huysuzluğundan), veya kendisinden yüz çevirip uzaklaşmasından korkarsa, barış düşüncesiyle (ve huzursuzluğu gidermek gayretiyle onların kendi) aralarını bulup düzeltmek (girişimi) her ikisi için de (bu bir ayıp değil) sevaptır; (çünkü her halde) barış daha hayırlıdır. Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer (her konuda) iyilik yapar (işlerinizde titiz ve dikkatli davranırsanız) ve (kötülükten) sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır (her ameliniz O’nun bilgisi dâhilindedir).

  • 9:34

    Ey iman edenler! (Uyanık bulunun) Ahbar ve Ruhbanın (Yahudi hahamları ve Hristiyan papazları gibi, dinini dünyalık kazanç kapısı yapan bilgin takımının) birçoğu; insanların malını, hakkı olmadan (din istismarı ve sahtekârlıkla) alıp yemekte (bunlar kendilerine itimat ve itibar eden kimseleri zalim sistemlere uşak haline getirmekte) ve onları Allah yolundan çevirmektedirler. (Oysa) Altını ve gümüşü (parayı ve serveti) biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar(a gelince), işte onlara acı bir azabı müjdele. (Ki bunlar dine hizmet perdesi altında servet ve şöhret edinmektedirler.)

  • 9:35

    (O) Gün (ahirette; haksız yollarla yığılan ve Allah yolunda harcanmayan malları) onlar için cehennem ateşinde kızartılacak; onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla (din istismarıyla kazanılan haram ve haksız kazançlarıyla) dağlanacak (ve): "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; (haksız kazanıp, hayırda harcamadığınız) bu yığıp-sakladıklarınızı(n azabını ve pişmanlığını şimdi) tadın" (denilecektir).

  • 17:29

    (Cimrilik ve bencillik yaparak) Elini boynunda bağlanmış (cebine ve kesesine hayır için hiç uzanmamış) olarak kılma; (elindeki nimetleri) büsbütün de açık tutma (saçıp savurma)! Sonra (horlanıp) kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.

  • 17:100

    De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine malik olsaydınız, bu durumda yine de harcanır (ve azalır) endişesiyle gerçekten (cimrilik edip elinizde) tutardınız. (Zira) İnsan pek cimridir.”

  • 25:67

    Onlar infak edip (harcadıkları) zaman, ne israf edip savururlar, ne de (cimrilik edip) kısarlar; her ikisi arasında (kıvamında) orta bir yol tutan (hayırda harcayan, israftan kaçınan kimselerdir).

  • 35:32

    Sonra Kitabı kullarımız arasında seçtiklerimize miras verdik. (Layık ve sadık olanlara Kur’an hikmetini öğrettik.) Onlardan kimisi nefislerine zulmeder (kötülük ve nankörlüğe yönelir)ler. Onlardan kimisi orta bir yol izler (hem günah hem sevap işler)ler. Onlardan kimisi de Allah'ın izniyle, hayırlarda ileri geçmek için yarış ederler. İşte bu (üstün ve) büyük fazilettir. (Kur’an’a yoğunlaşan, onu araştıran ve anlayıp uygulayanlar seçkin ve nasipli kimselerdir.)

  • 35:33

    (Kitaba varis olanlar, Kur’an ahlâkına ve ahkâmına sahip çıkanlar için) Adn cennetleri (onlarındır); oraya (huzur ve mutlulukla) girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri(nin kumaşı en has) ipek(ten)dir.

  • 35:34

    (Ahirette cennet halkı sevinçle ve teşekkürle:) "Bizden (her türlü) üzüntüyü giderip (sonsuz ve kusursuz nimetler bahşeden) Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten Bağışlayandır, şükrü kabul edendir" diyecekler (ve sevinecekler)dir.

  • 35:35

    “Ki O, bizi Kendi lütfundan (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; artık burada bize ne bir zahmet ve yorgunluk isabet edecektir ve ne de burada bize bir bıkkınlık ve usanç gelecektir” (diye sevineceklerdir).

  • 35:36

    İnkâr edenlere gelince, onlar için de cehennem ateşi (yeterlidir). Onlar için; ne ölüp kurtulmalarına karar verilir, ne de kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte Biz, her nankörlük yapanı böyle cezalandırırız (çünkü bunu hak etmişlerdir).

  • 35:37

    Onlar (cehennemin) içinde (şöyle) feryat edip: "Rabbimiz bizi (buradan) çıkar, (şimdiye kadar) yaptığımız (kötü davranışlar)dan başka salih bir amelde (iman, itaat ve iyilik üzerinde) bulunalım" diyeceklerdir. (Onlara:) “Size orada (dünyada iken), öğüt alabilecek olanın düşünüp ders çıkarabileceği kadar ömür vermedik mi? Üstelik size uyarıcı (elçiler ve davetçiler de) gelmişti. Öyleyse (inkâr ve isyanınız sebebiyle şimdi azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur” (denilip istekleri reddedilecektir).

  • 35:38

    Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını (bütün gizli sırlarını) Bilendir. Gerçek şu ki O, sinelerin özünde (saklı) olanı da bilir.

  • 35:39

    (Asla unutmayınız ve sürekli hatırlayınız ki) Yeryüzünde sizi halifeler kılan (etkin ve yetkin konuma taşıyan) O'dur (Rabbinizdir). Öyleyse kim inkâr (ve nankörlük) ederse, artık (hür irade ve tercihi ile yaptığı bu) inkârı kendi aleyhinedir. (Böylesi) Rableri katında kâfir olanlara kendi inkârları, (İlahi) gazaptan ve azaptan başkasını ziyadeleştirmiş olmayacak ve (artık) kâfir olanlara kendi (irade ve tercihleriyle yaptıkları) inkârları, kayıptan (ve pişmanlıktan) başkasını arttırmayacak (bütün bunlar kendi başlarına belalar açacak)tır.

  • 35:40

    De ki: "Siz, (aklınızı başınıza alıp) Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınıza (hiç) bakmıyor musunuz? (Haydi söyleyin ve) Bana (görüş ve düşüncelerinizi belirtin); bunlar yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı vardır? Gösterin bakalım!.. Yoksa Biz onlara (Kur’an dışında özel ve gizli) bir kitap vermişiz de, onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde mi (sanılmaktadırlar)?” Hayır, zulmedenler birbirlerini aldatmaktan (boş gurur ve kuruntulardan) başka bir va’adde bulunmuyorlar. (Bunu da yakında anlayacaklardır.)

  • 35:41

    Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar (yok olup yıkılırlar) diye (her an kudreti altında) tutmaktadır. Andolsun, eğer (Dünya'nın ve Kâinatın dengesi ve düzeni bozulup) zeval bulacak olurlarsa, Kendisinden sonra artık kimse onları (varlıkta) tutamazdı. Doğrusu O, Halîm'dir, Bağışlayandır. [Not: Bu ayet, kâinatın, tabiatın ve hayatın dengesini ve devamını sağlayan: 1- Kütle çekim kuvveti (yer çekiminin), 2- Zayıf nükleer kuvvetlerin, 3- Elektromanyetik kuvvetlerin, 4- Şiddetli nükleer (Atom enerjisi) kuvvetlerin hepsinin Allah’ın elinde ve emrinde olduklarına, aksi halde bedenimizin ve evrenimizin bir anda yıkılıp dağılacağına işaret buyurmaktadır.]

  • 47:36

    (O bazılarınızın şiddetle arzuladığı ve elde etmek için davasını ve ahiret hayatını feda etmekten sakınmadığı) Dünya hayatı ise, gerçekte sadece bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadır. (Sonunda uyanacağınız bir rüyadır.) Eğer iman eder (küfür ve kötülüğe dönmekten) sakınırsanız, O size ecirlerinizin (karşılığını her iki dünyada da fazlasıyla) verir ve mallarınızı da istemez. (Allah bunlara ihtiyaç duymayandır.)

  • 47:37

    Eğer sizden; onları (mallarınızın tamamını Allah yolunda harcamak üzere) isteyip sizi zorlayacak olsaydı, cimrilik yapardınız ve böylece sizin kinlerinizi de ortaya çıkarırdı.

  • 47:38

    İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeye (nakdiniz ve vaktinizle Hakk davasını desteklemeye) çağrıldığınızda; buna rağmen bazılarınız cimrilik yapmaktadır. Oysa kim cimrilik ederse artık o, ancak kendi nefsine cimrilik ettiğinden (manevi ziyandadır). Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır; asıl fakir (ve her halde Allah’a muhtaç) olan sizlersiniz. (İman ve akıl bunu anlamak ve ona göre davranmaktır.) Eğer siz (Hakk’tan ve cihaddan) yüz çevirecek olursanız, (Allah) yerinize sizden başka bir kavmi-kesimi getirip-değiştirir (ve onları zafere ulaştırır). Sonra onlar, sizin gibi (itirazcı ve isyancı) da olmazlardı (itaatli ve sadakatli davranacaklardır).

  • 57:23

    Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri (nimet ve faziletler) dolayısıyla havalanıp-şımarmayasınız (diye Allah bunları bildirmektedir). Allah, büyüklük taslayıp böbürlenenlerin hiçbirini sevmemektedir.

  • 57:24

    Ki onlar, (zekât ve infak konusunda ve halka hayır yolunda) kendileri cimrilik edenler ve (başka) insanlara da cimriliği emr (teklif ve tavsiye) edenlerdir. Her kim (hayır ve infak çağrısına ve cihad yolunda harcamaya yanaşmayıp) arkasını dönerse, artık şüphesiz Allah, Ğaniy’dir (hiçbir şeye muhtaç olmayan zengin), Hamîd (övülmeye layık olan Rabbinizdir).

  • 59:9

    Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler (Ensar sahabiler) ise, hicret edenleri (samimiyetle ve dini gayretle) severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu ve kıskançlık duygusu) hissetmezler. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından sıyrılıp korunmuşsa, işte onlar felaha (kurtuluşa) erişecek kimselerdir.

  • 64:16

    Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakınıverin, (Kur’an’ın ve Resulüllah’ın emirlerini) dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize bir hayır yatırımı (en büyük yarar kaynağı) olmak üzere infakta bulunun (helâl kazancınızı cihad ve hayır yolunda harcayın). Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.

  • 68:17

    Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik (vereceğiz). Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. [Not: “Sarm”: Bağ kesmek, üzüm ve meyve devşirmek anlamına geldiği gibi, bir şeyi kökünden kesip koparmak ve tamamen ayırmak anlamına da gelir. Bunlar gönüllerince bağın kendisini değil, meyvesini devşirmeyi kastetmiş olsalar da yeminlerinde şöyle demişlerdir: "Vallahi o bağı sabahleyin mutlaka ve kesinlikle keseceğiz." Oysa bu tamamen kendi ellerinde değildi. Gerek o bağın, gerek kendilerinin sabaha çıkıp çıkmayacaklarını dahi bilemezlerdi. Ama dünyaya düşkünlükleri, davalarını ve kutsallarını istismar etmeleri, kötü niyet ve tıynetleri onları böyle bir gaflet ve hıyanete sürüklemişti.]

  • 68:18

    (Bu konuda) Hiçbir istisna yapmaya (ve temkinli davranmaya gerek görmemişlerdi.) [Yani, kendi kudret ve güçlerine o kadar güveniyorlardı ki, "Allah'ın izniyle" demeden, "kendi bağlarımızın meyvelerini toplayacağız" diye kesinlikle yemin etme gafletine düşmüşlerdi.]

  • 68:19

    Fakat onlar uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela-afet onun (bahçesinin, çiftliğinin, atölyesinin, ticarethanesinin ve partisinin-hükümetinin) üstünü sarıp-kuşatıvermişti. [Not: Evet, onlar bu gaflet ve hıyanet içinde iken Rabbin tarafından oluşan ve zalimlerin peşinde dolaşan İlahi bir emir, bir afet o bağın altını üstüne çevirmişti. Bir rivayete göre bağın bulunduğu vadiden bir ateş çıkıp o bağı kökünden yakarak kavurup bitirivermişti.]

  • 68:20

    Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesilmişti. (Böbürlenip hıyanete yöneldikleri tüm imkânları ve istismar teşkilatları ellerinden gitmişti.)

  • 68:21

    (Ama onlar bundan habersizdi.) Nihayet sabah vakti birbirlerine (şöyle) seslenmişlerdi:

  • 68:22

    “Haydin, ekin(leri)nizi ve ürünlerinizi kesecek (devşirecek)seniz (bahçenizin) üzerine erkence ve acelece koşup yetişin” demişlerdi. (Onu ekin biçer gibi kesip bitirmek niyetiyle ve tüm yoksul kesimlerden ve muhtaç kimselerden kaçırmak gayretiyle bahçelerine gittiler, çünkü ondan kimseye bir şey bırakmak istemediklerinden son derece hırslı hareket ettiler.) [Not: Ayette “Hars: Tarla” kelimesinin geçmesi, bahçelerin içerisinde tarlaların bulunduğunu belirtmek için olabilir.]

  • 68:23

    Derken, aralarında fısıldaşarak (başka zaman kendi hizmetlerini gören ve onların sırtından saltanat sürülen yoksul ve halk kesimlerinden gizlice kaçışarak) çıkıp-gitmişlerdi.

  • 68:24

    "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın." (Ürünlerimizin az bir kısmına dahi kimse ortak olmasın, diye düşünmüşlerdi.) [Not: Yani; sakın, bugün aramıza bir yoksul sokulmasın diyorlardı. Oysa ağır işlerde onları çalıştırıyor, yurt savunmasında onları cepheye sürüyor, onların sayesinde güvencede bulunuyorlar, onlardan kuvvet alıyorlar ve saltanat huzurlarını onlarla kurabiliyorlardı. O bağ ve ekine ve onun ürünlerini toplamaya da yine bu halkın sayesinde nail olacaklardı. Düşünmeleri gerekirdi ki o bağ ve ürünleri, fabrika ve üretimleri, kendilerinden önce onu onlara veren ve onlar uyurken onu gözetecek olan Allah'ındı. Onda hem Allah’ın hakkı, hem de Allah'ın yoksul kullarının nice hakları vardı. O yoksulları gözetmek, bu iyiliği bilme alâmeti olmak üzere Allah için onlara ikram edip ihtiyaçlarını gidermek gerekirken; "Sakın yanınıza bir fakir sokulmasın" diyerek nankörlüğe yönelmişlerdi.]

  • 68:25

    (İstemedikleri her şeyi) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden yola düşmüşlerdi.

  • 68:26

    Ama onu (bahçeleri tarumar edilmiş) görünce: "Muhakkak biz (gideceğimiz yeri ve yolu) şaşırmışız ve yanlış gelmişiz" demişlerdi.

  • 68:27

    (Derken gerçeği anlayıp) "Hayır, biz (her şeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık" (diye pişman ve perişan vaziyette çöküvermişlerdi).

  • 68:28

    (İçlerinde) Mutedil (insaf ehli ve adaletli, orta halli) olan biri şunları söylemişti: "Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) tesbih edip yüceltmeniz (bunca nimet ve fazilete karşı Allah’ın ve yoksul kulların hakkını vermeniz) gerekmez miydi?"

  • 68:29

    (Sonunda artık faydasız bir nedametle:) "Rabbimiz Seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz" deyip (dizlerini dövmeye girişmişlerdi.)

  • 68:30

    Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başlamışlardı (ama iş işten geçmişti.)

  • 68:31

    “Yazıklar olsun bize, gerçekten azgınlar ve haktan sapkınlarmışız!” diye (yakınıp dövünmüşlerdi.)

  • 68:32

    (Ardından çaresiz) "Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz (diyerek kendilerini teselliye yönelmişlerdi)." [Not: Bu ayetlerde belirtilen “Ashabul Cennet-bahçe-bağ sahipleri” bir temsil ve teşbih (benzetme) olup günümüzdeki: bazı çiftlik-tarla, fabrika, banka, mağaza ve maden ocakları sahipleri gibi; işçisinin, emeklisinin, fakirlerin ve yoksul kesimlerin hakkını gasp eden, Allah yolunda infaktan vazgeçen vicdansız zenginleri, holdingleri ve tröstleri, hain ve zalim yöneticileri hatırlatmaktadır. Bu tip şahsiyet, şirket ve devletlerin başına gelen yangın, deprem ve tsunami musibetleri, kuraklık, artan sıcaklık, yaygın kıtlık ve hastalık gibi doğal afetler, isyan, işgal, anarşi gibi sosyal felaketler ve yılların, asırların birikimlerini bir anda mahveden küresel krizler, Kur’an’da anlatılan beliyyelerin çağımızdaki uzantılarıdır. Ayrıca: “Cennet” kelimesi, Arapça “cinn-gizlenen görünmez olan” kökünden kaynaklanır. Ağaç yaprakları tarlayı kapsayıp altını gizledikleri ve görünmez hale getirdikleri için bağ ve bahçeye “cennet” ismi konulmaktadır.]

  • 68:33

    İşte (dünyada) azap böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; ah eğer bir bilselerdi...

  • 69:34

    "Yoksula yemek vermeye (yanaşmıyor, bu yönde çabalayanlara) destekçi (bile) olmuyordu."

  • 70:15

    Hayır ve asla! (Bunların hiçbiri kesinlikle kabul olunmayacaktır.) Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir (ki mücrim ve münkir zalimler ona atılacaktır).

  • 70:16

    (O ateş) Başın derisini kavurup-soyacak (organları söküp çıkaracak)tır.

  • 70:17

    Yüz çevirip (kaçmak için) arkasını döneni çağırıp duracak (yakalayıp yakacaktır).

  • 70:18

    (Dünyada haram ve haksız yollarla mal ve servet biriktirip) Toplayarak bir yerde (istif edip) yığanları (helâl kazansa bile hayır yolunda harcamayanları cehennem kavuracaktır).

  • 81:24

    O (Allah’ın Elçisi), gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanacak değildir. (Çünkü Hz. Peygamber bildiklerini ümmetine aktarmak hususunda cimrilik etmeyecektir.)

  • 89:18

    Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz (diye sıkıntı ve sarsıntılar size uğramaktadır).

  • 91:10

    Ve onu (nefsini ve kötülüklerini) sarıp örten (kirli niyetini ve mel’ânetini gizleyip riyakârlık eden ve kendini günah kirlerine gömen) de yıkıma (fitneye ve felakete) sürüklenmiştir.

  • 92:8

    Fakat her kim de cimrilik ve bencillik ederek (ilim, servet ve şöhretine güvenerek) kendisini (Hakk davadan ve hayırlı çağrıdan) müstağni sayarak (hizmete ve teslimiyete ihtiyaç duymazsa),

  • 92:9

    Ve en güzel olan (Hakk çağrıyı ve İslami esasları) da yalan sayarsa (en gerekli daveti yapanı ve en gerçekçi davayı savunanı yalanlar ve karşı çıkarsa),

  • 92:10

    Biz ona da en zorlu (ve zararlı) olanı (kötülük yollarını ve azaba uğramasını) kolaylaştıracağız (böylece adım adım rezalet ve felaketlere hazırlayacağız).

  • 92:11

    Artık tereddi edip (baş aşağı düşüşe uğrayacağı, dalâlet uçurumlarına yuvarlanacağı ve sonunda cehenneme atılacağı) zaman, malı (makamı, mansıbı) ona hiç yarar sağlamayacaktır. (Çünkü kendisine cehennem ve cehalet yolu açılmıştır.)

  • 104:4

    Hayır; andolsun o (cimri ve gönül incitici kişi), 'hutame'ye atılacaktır.

  • 107:3

    Yoksulu (muhtaç ve mağduru) doyurmaya, (bunları koruyup kalkındıracak yeterli imkânı ve adil bir iktidarı oluşturmaya) da önayak olmayandır.

  • 3:180

    وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ هُوَ خَيْرًا لَهُمْۜ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْۜ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِه۪ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ۟

    Allah'ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! Bu onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalanıp bağlanacaklardır. (Sonuçta) Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan (ve içinizde sakladıklarınızdan) haberi olandır.

  • 4:37

    اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابًا مُه۪ينًاۚ

    Onlar (inkârcı ve münafıklar ise hem) cimridirler, (hem de) insanlara da cimriliği emreder (önerir)ler. Allah'ın fazlından kendilerine verdiklerini gizli tutup (muhtaçları gözetmekten ve infak etmekten sakınırlar). Biz (zekât vergisine karşı çıkan ve faiz sistemini savunan) o kâfirlere (ve nankörlere) aşağılatıcı bir azap hazırlamışızdır.

  • 4:128

    وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا اَوْ اِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًاۜ وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا

    Eğer bir kadın, kocasının nüşuzundan (baskı ve huysuzluğundan), veya kendisinden yüz çevirip uzaklaşmasından korkarsa, barış düşüncesiyle (ve huzursuzluğu gidermek gayretiyle onların kendi) aralarını bulup düzeltmek (girişimi) her ikisi için de (bu bir ayıp değil) sevaptır; (çünkü her halde) barış daha hayırlıdır. Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer (her konuda) iyilik yapar (işlerinizde titiz ve dikkatli davranırsanız) ve (kötülükten) sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır (her ameliniz O’nun bilgisi dâhilindedir).

  • 9:34

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْاَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ

    Ey iman edenler! (Uyanık bulunun) Ahbar ve Ruhbanın (Yahudi hahamları ve Hristiyan papazları gibi, dinini dünyalık kazanç kapısı yapan bilgin takımının) birçoğu; insanların malını, hakkı olmadan (din istismarı ve sahtekârlıkla) alıp yemekte (bunlar kendilerine itimat ve itibar eden kimseleri zalim sistemlere uşak haline getirmekte) ve onları Allah yolundan çevirmektedirler. (Oysa) Altını ve gümüşü (parayı ve serveti) biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar(a gelince), işte onlara acı bir azabı müjdele. (Ki bunlar dine hizmet perdesi altında servet ve şöhret edinmektedirler.)

  • 9:35

    يَوْمَ يُحْمٰى عَلَيْهَا ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْۜ هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُونَ

    (O) Gün (ahirette; haksız yollarla yığılan ve Allah yolunda harcanmayan malları) onlar için cehennem ateşinde kızartılacak; onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla (din istismarıyla kazanılan haram ve haksız kazançlarıyla) dağlanacak (ve): "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; (haksız kazanıp, hayırda harcamadığınız) bu yığıp-sakladıklarınızı(n azabını ve pişmanlığını şimdi) tadın" (denilecektir).

  • 17:29

    وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا

    (Cimrilik ve bencillik yaparak) Elini boynunda bağlanmış (cebine ve kesesine hayır için hiç uzanmamış) olarak kılma; (elindeki nimetleri) büsbütün de açık tutma (saçıp savurma)! Sonra (horlanıp) kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.

  • 17:100

    قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذًا لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُورًا۟

    De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine malik olsaydınız, bu durumda yine de harcanır (ve azalır) endişesiyle gerçekten (cimrilik edip elinizde) tutardınız. (Zira) İnsan pek cimridir.”

  • 25:67

    وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذٰلِكَ قَوَامًا

    Onlar infak edip (harcadıkları) zaman, ne israf edip savururlar, ne de (cimrilik edip) kısarlar; her ikisi arasında (kıvamında) orta bir yol tutan (hayırda harcayan, israftan kaçınan kimselerdir).

  • 35:32

    ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذ۪ينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ

    Sonra Kitabı kullarımız arasında seçtiklerimize miras verdik. (Layık ve sadık olanlara Kur’an hikmetini öğrettik.) Onlardan kimisi nefislerine zulmeder (kötülük ve nankörlüğe yönelir)ler. Onlardan kimisi orta bir yol izler (hem günah hem sevap işler)ler. Onlardan kimisi de Allah'ın izniyle, hayırlarda ileri geçmek için yarış ederler. İşte bu (üstün ve) büyük fazilettir. (Kur’an’a yoğunlaşan, onu araştıran ve anlayıp uygulayanlar seçkin ve nasipli kimselerdir.)

  • 35:33

    جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۚ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ

    (Kitaba varis olanlar, Kur’an ahlâkına ve ahkâmına sahip çıkanlar için) Adn cennetleri (onlarındır); oraya (huzur ve mutlulukla) girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri(nin kumaşı en has) ipek(ten)dir.

  • 35:34

    وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ٓي اَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَۜ اِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌۙ

    (Ahirette cennet halkı sevinçle ve teşekkürle:) "Bizden (her türlü) üzüntüyü giderip (sonsuz ve kusursuz nimetler bahşeden) Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten Bağışlayandır, şükrü kabul edendir" diyecekler (ve sevinecekler)dir.

  • 35:35

    اَلَّذ۪ٓي اَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِنْ فَضْلِه۪ۚ لَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا لُغُوبٌ

    “Ki O, bizi Kendi lütfundan (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; artık burada bize ne bir zahmet ve yorgunluk isabet edecektir ve ne de burada bize bir bıkkınlık ve usanç gelecektir” (diye sevineceklerdir).

  • 35:36

    وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَۚ لَا يُقْضٰى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَاۜ كَذٰلِكَ نَجْز۪ي كُلَّ كَفُورٍۚ

    İnkâr edenlere gelince, onlar için de cehennem ateşi (yeterlidir). Onlar için; ne ölüp kurtulmalarına karar verilir, ne de kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte Biz, her nankörlük yapanı böyle cezalandırırız (çünkü bunu hak etmişlerdir).

  • 35:37

    وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ ف۪يهَاۚ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ اَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ ف۪يهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَٓاءَكُمُ النَّذ۪يرُۜ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ۟

    Onlar (cehennemin) içinde (şöyle) feryat edip: "Rabbimiz bizi (buradan) çıkar, (şimdiye kadar) yaptığımız (kötü davranışlar)dan başka salih bir amelde (iman, itaat ve iyilik üzerinde) bulunalım" diyeceklerdir. (Onlara:) “Size orada (dünyada iken), öğüt alabilecek olanın düşünüp ders çıkarabileceği kadar ömür vermedik mi? Üstelik size uyarıcı (elçiler ve davetçiler de) gelmişti. Öyleyse (inkâr ve isyanınız sebebiyle şimdi azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur” (denilip istekleri reddedilecektir).

  • 35:38

    اِنَّ اللّٰهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

    Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını (bütün gizli sırlarını) Bilendir. Gerçek şu ki O, sinelerin özünde (saklı) olanı da bilir.

  • 35:39

    هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ فِي الْاَرْضِۜ فَمَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُۜ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ اِلَّا مَقْتًاۚ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ اِلَّا خَسَارًا

    (Asla unutmayınız ve sürekli hatırlayınız ki) Yeryüzünde sizi halifeler kılan (etkin ve yetkin konuma taşıyan) O'dur (Rabbinizdir). Öyleyse kim inkâr (ve nankörlük) ederse, artık (hür irade ve tercihi ile yaptığı bu) inkârı kendi aleyhinedir. (Böylesi) Rableri katında kâfir olanlara kendi inkârları, (İlahi) gazaptan ve azaptan başkasını ziyadeleştirmiş olmayacak ve (artık) kâfir olanlara kendi (irade ve tercihleriyle yaptıkları) inkârları, kayıptan (ve pişmanlıktan) başkasını arttırmayacak (bütün bunlar kendi başlarına belalar açacak)tır.

  • 35:40

    قُلْ اَرَاَيْتُمْ شُرَكَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۚ اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلٰى بَيِّنَتٍ مِنْهُۚ بَلْ اِنْ يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا اِلَّا غُرُورًا

    De ki: "Siz, (aklınızı başınıza alıp) Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınıza (hiç) bakmıyor musunuz? (Haydi söyleyin ve) Bana (görüş ve düşüncelerinizi belirtin); bunlar yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı vardır? Gösterin bakalım!.. Yoksa Biz onlara (Kur’an dışında özel ve gizli) bir kitap vermişiz de, onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde mi (sanılmaktadırlar)?” Hayır, zulmedenler birbirlerini aldatmaktan (boş gurur ve kuruntulardan) başka bir va’adde bulunmuyorlar. (Bunu da yakında anlayacaklardır.)

  • 35:41

    اِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَاۚ وَلَئِنْ زَالَتَٓا اِنْ اَمْسَكَهُمَا مِنْ اَحَدٍ مِنْ بَعْدِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا

    Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar (yok olup yıkılırlar) diye (her an kudreti altında) tutmaktadır. Andolsun, eğer (Dünya'nın ve Kâinatın dengesi ve düzeni bozulup) zeval bulacak olurlarsa, Kendisinden sonra artık kimse onları (varlıkta) tutamazdı. Doğrusu O, Halîm'dir, Bağışlayandır. [Not: Bu ayet, kâinatın, tabiatın ve hayatın dengesini ve devamını sağlayan: 1- Kütle çekim kuvveti (yer çekiminin), 2- Zayıf nükleer kuvvetlerin, 3- Elektromanyetik kuvvetlerin, 4- Şiddetli nükleer (Atom enerjisi) kuvvetlerin hepsinin Allah’ın elinde ve emrinde olduklarına, aksi halde bedenimizin ve evrenimizin bir anda yıkılıp dağılacağına işaret buyurmaktadır.]

  • 47:36

    اِنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ اُجُورَكُمْ وَلَا يَسْـَٔلْكُمْ اَمْوَالَكُمْ

    (O bazılarınızın şiddetle arzuladığı ve elde etmek için davasını ve ahiret hayatını feda etmekten sakınmadığı) Dünya hayatı ise, gerçekte sadece bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadır. (Sonunda uyanacağınız bir rüyadır.) Eğer iman eder (küfür ve kötülüğe dönmekten) sakınırsanız, O size ecirlerinizin (karşılığını her iki dünyada da fazlasıyla) verir ve mallarınızı da istemez. (Allah bunlara ihtiyaç duymayandır.)

  • 47:37

    اِنْ يَسْـَٔلْكُمُوهَا فَيُحْفِكُمْ تَبْخَلُوا وَيُخْرِجْ اَضْغَانَكُمْ

    Eğer sizden; onları (mallarınızın tamamını Allah yolunda harcamak üzere) isteyip sizi zorlayacak olsaydı, cimrilik yapardınız ve böylece sizin kinlerinizi de ortaya çıkarırdı.

  • 47:38

    هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تُدْعَوْنَ لِتُنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ فَمِنْكُمْ مَنْ يَبْخَلُۚ وَمَنْ يَبْخَلْ فَاِنَّمَا يَبْخَلُ عَنْ نَفْسِه۪ۜ وَاللّٰهُ الْغَنِيُّ وَاَنْتُمُ الْفُقَرَٓاءُۚ وَاِنْ تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْۙ ثُمَّ لَا يَكُونُٓوا اَمْثَالَكُمْ

    İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeye (nakdiniz ve vaktinizle Hakk davasını desteklemeye) çağrıldığınızda; buna rağmen bazılarınız cimrilik yapmaktadır. Oysa kim cimrilik ederse artık o, ancak kendi nefsine cimrilik ettiğinden (manevi ziyandadır). Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır; asıl fakir (ve her halde Allah’a muhtaç) olan sizlersiniz. (İman ve akıl bunu anlamak ve ona göre davranmaktır.) Eğer siz (Hakk’tan ve cihaddan) yüz çevirecek olursanız, (Allah) yerinize sizden başka bir kavmi-kesimi getirip-değiştirir (ve onları zafere ulaştırır). Sonra onlar, sizin gibi (itirazcı ve isyancı) da olmazlardı (itaatli ve sadakatli davranacaklardır).

  • 57:23

    لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ

    Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri (nimet ve faziletler) dolayısıyla havalanıp-şımarmayasınız (diye Allah bunları bildirmektedir). Allah, büyüklük taslayıp böbürlenenlerin hiçbirini sevmemektedir.

  • 57:24

    اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِۜ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ

    Ki onlar, (zekât ve infak konusunda ve halka hayır yolunda) kendileri cimrilik edenler ve (başka) insanlara da cimriliği emr (teklif ve tavsiye) edenlerdir. Her kim (hayır ve infak çağrısına ve cihad yolunda harcamaya yanaşmayıp) arkasını dönerse, artık şüphesiz Allah, Ğaniy’dir (hiçbir şeye muhtaç olmayan zengin), Hamîd (övülmeye layık olan Rabbinizdir).

  • 59:9

    وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ

    Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler (Ensar sahabiler) ise, hicret edenleri (samimiyetle ve dini gayretle) severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu ve kıskançlık duygusu) hissetmezler. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından sıyrılıp korunmuşsa, işte onlar felaha (kurtuluşa) erişecek kimselerdir.

  • 64:16

    فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْرًا لِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

    Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakınıverin, (Kur’an’ın ve Resulüllah’ın emirlerini) dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize bir hayır yatırımı (en büyük yarar kaynağı) olmak üzere infakta bulunun (helâl kazancınızı cihad ve hayır yolunda harcayın). Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.

  • 68:17

    اِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَٓا اَصْحَابَ الْجَنَّةِۚ اِذْ اَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِح۪ينَۙ

    Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik (vereceğiz). Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. [Not: “Sarm”: Bağ kesmek, üzüm ve meyve devşirmek anlamına geldiği gibi, bir şeyi kökünden kesip koparmak ve tamamen ayırmak anlamına da gelir. Bunlar gönüllerince bağın kendisini değil, meyvesini devşirmeyi kastetmiş olsalar da yeminlerinde şöyle demişlerdir: "Vallahi o bağı sabahleyin mutlaka ve kesinlikle keseceğiz." Oysa bu tamamen kendi ellerinde değildi. Gerek o bağın, gerek kendilerinin sabaha çıkıp çıkmayacaklarını dahi bilemezlerdi. Ama dünyaya düşkünlükleri, davalarını ve kutsallarını istismar etmeleri, kötü niyet ve tıynetleri onları böyle bir gaflet ve hıyanete sürüklemişti.]

  • 68:18

    وَلَا يَسْتَثْنُونَ

    (Bu konuda) Hiçbir istisna yapmaya (ve temkinli davranmaya gerek görmemişlerdi.) [Yani, kendi kudret ve güçlerine o kadar güveniyorlardı ki, "Allah'ın izniyle" demeden, "kendi bağlarımızın meyvelerini toplayacağız" diye kesinlikle yemin etme gafletine düşmüşlerdi.]

  • 68:19

    فَطَافَ عَلَيْهَا طَٓائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَٓائِمُونَ

    Fakat onlar uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela-afet onun (bahçesinin, çiftliğinin, atölyesinin, ticarethanesinin ve partisinin-hükümetinin) üstünü sarıp-kuşatıvermişti. [Not: Evet, onlar bu gaflet ve hıyanet içinde iken Rabbin tarafından oluşan ve zalimlerin peşinde dolaşan İlahi bir emir, bir afet o bağın altını üstüne çevirmişti. Bir rivayete göre bağın bulunduğu vadiden bir ateş çıkıp o bağı kökünden yakarak kavurup bitirivermişti.]

  • 68:20

    فَاَصْبَحَتْ كَالصَّر۪يمِ

    Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesilmişti. (Böbürlenip hıyanete yöneldikleri tüm imkânları ve istismar teşkilatları ellerinden gitmişti.)

  • 68:21

    فَتَنَادَوْا مُصْبِح۪ينَۙ

    (Ama onlar bundan habersizdi.) Nihayet sabah vakti birbirlerine (şöyle) seslenmişlerdi:

  • 68:22

    اَنِ اغْدُوا عَلٰى حَرْثِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَارِم۪ينَ

    “Haydin, ekin(leri)nizi ve ürünlerinizi kesecek (devşirecek)seniz (bahçenizin) üzerine erkence ve acelece koşup yetişin” demişlerdi. (Onu ekin biçer gibi kesip bitirmek niyetiyle ve tüm yoksul kesimlerden ve muhtaç kimselerden kaçırmak gayretiyle bahçelerine gittiler, çünkü ondan kimseye bir şey bırakmak istemediklerinden son derece hırslı hareket ettiler.) [Not: Ayette “Hars: Tarla” kelimesinin geçmesi, bahçelerin içerisinde tarlaların bulunduğunu belirtmek için olabilir.]

  • 68:23

    فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَۙ

    Derken, aralarında fısıldaşarak (başka zaman kendi hizmetlerini gören ve onların sırtından saltanat sürülen yoksul ve halk kesimlerinden gizlice kaçışarak) çıkıp-gitmişlerdi.

  • 68:24

    اَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْك۪ينٌ

    "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın." (Ürünlerimizin az bir kısmına dahi kimse ortak olmasın, diye düşünmüşlerdi.) [Not: Yani; sakın, bugün aramıza bir yoksul sokulmasın diyorlardı. Oysa ağır işlerde onları çalıştırıyor, yurt savunmasında onları cepheye sürüyor, onların sayesinde güvencede bulunuyorlar, onlardan kuvvet alıyorlar ve saltanat huzurlarını onlarla kurabiliyorlardı. O bağ ve ekine ve onun ürünlerini toplamaya da yine bu halkın sayesinde nail olacaklardı. Düşünmeleri gerekirdi ki o bağ ve ürünleri, fabrika ve üretimleri, kendilerinden önce onu onlara veren ve onlar uyurken onu gözetecek olan Allah'ındı. Onda hem Allah’ın hakkı, hem de Allah'ın yoksul kullarının nice hakları vardı. O yoksulları gözetmek, bu iyiliği bilme alâmeti olmak üzere Allah için onlara ikram edip ihtiyaçlarını gidermek gerekirken; "Sakın yanınıza bir fakir sokulmasın" diyerek nankörlüğe yönelmişlerdi.]

  • 68:25

    وَغَدَوْا عَلٰى حَرْدٍ قَادِر۪ينَ

    (İstemedikleri her şeyi) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden yola düşmüşlerdi.

  • 68:26

    فَلَمَّا رَاَوْهَا قَالُٓوا اِنَّا لَضَٓالُّونَۙ

    Ama onu (bahçeleri tarumar edilmiş) görünce: "Muhakkak biz (gideceğimiz yeri ve yolu) şaşırmışız ve yanlış gelmişiz" demişlerdi.

  • 68:27

    بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ

    (Derken gerçeği anlayıp) "Hayır, biz (her şeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık" (diye pişman ve perişan vaziyette çöküvermişlerdi).

  • 68:28

    قَالَ اَوْسَطُهُمْ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ

    (İçlerinde) Mutedil (insaf ehli ve adaletli, orta halli) olan biri şunları söylemişti: "Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) tesbih edip yüceltmeniz (bunca nimet ve fazilete karşı Allah’ın ve yoksul kulların hakkını vermeniz) gerekmez miydi?"

  • 68:29

    قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ

    (Sonunda artık faydasız bir nedametle:) "Rabbimiz Seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz" deyip (dizlerini dövmeye girişmişlerdi.)

  • 68:30

    فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ

    Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başlamışlardı (ama iş işten geçmişti.)

  • 68:31

    قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغ۪ينَ

    “Yazıklar olsun bize, gerçekten azgınlar ve haktan sapkınlarmışız!” diye (yakınıp dövünmüşlerdi.)

  • 68:32

    عَسٰى رَبُّنَٓا اَنْ يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِنْهَٓا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا رَاغِبُونَ

    (Ardından çaresiz) "Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz (diyerek kendilerini teselliye yönelmişlerdi)." [Not: Bu ayetlerde belirtilen “Ashabul Cennet-bahçe-bağ sahipleri” bir temsil ve teşbih (benzetme) olup günümüzdeki: bazı çiftlik-tarla, fabrika, banka, mağaza ve maden ocakları sahipleri gibi; işçisinin, emeklisinin, fakirlerin ve yoksul kesimlerin hakkını gasp eden, Allah yolunda infaktan vazgeçen vicdansız zenginleri, holdingleri ve tröstleri, hain ve zalim yöneticileri hatırlatmaktadır. Bu tip şahsiyet, şirket ve devletlerin başına gelen yangın, deprem ve tsunami musibetleri, kuraklık, artan sıcaklık, yaygın kıtlık ve hastalık gibi doğal afetler, isyan, işgal, anarşi gibi sosyal felaketler ve yılların, asırların birikimlerini bir anda mahveden küresel krizler, Kur’an’da anlatılan beliyyelerin çağımızdaki uzantılarıdır. Ayrıca: “Cennet” kelimesi, Arapça “cinn-gizlenen görünmez olan” kökünden kaynaklanır. Ağaç yaprakları tarlayı kapsayıp altını gizledikleri ve görünmez hale getirdikleri için bağ ve bahçeye “cennet” ismi konulmaktadır.]

  • 68:33

    كَذٰلِكَ الْعَذَابُۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟

    İşte (dünyada) azap böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; ah eğer bir bilselerdi...

  • 69:34

    وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ

    "Yoksula yemek vermeye (yanaşmıyor, bu yönde çabalayanlara) destekçi (bile) olmuyordu."

  • 70:15

    كَلَّاۜ اِنَّهَا لَظٰىۙ

    Hayır ve asla! (Bunların hiçbiri kesinlikle kabul olunmayacaktır.) Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir (ki mücrim ve münkir zalimler ona atılacaktır).

  • 70:16

    نَزَّاعَةً لِلشَّوٰىۚ

    (O ateş) Başın derisini kavurup-soyacak (organları söküp çıkaracak)tır.

  • 70:17

    تَدْعُوا مَنْ اَدْبَرَ وَتَوَلّٰىۙ

    Yüz çevirip (kaçmak için) arkasını döneni çağırıp duracak (yakalayıp yakacaktır).

  • 70:18

    وَجَمَعَ فَاَوْعٰى

    (Dünyada haram ve haksız yollarla mal ve servet biriktirip) Toplayarak bir yerde (istif edip) yığanları (helâl kazansa bile hayır yolunda harcamayanları cehennem kavuracaktır).

  • 81:24

    وَمَا هُوَ عَلَى الْغَيْبِ بِضَن۪ينٍۚ

    O (Allah’ın Elçisi), gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanacak değildir. (Çünkü Hz. Peygamber bildiklerini ümmetine aktarmak hususunda cimrilik etmeyecektir.)

  • 89:18

    وَلَا تَحَٓاضُّونَ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۙ

    Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz (diye sıkıntı ve sarsıntılar size uğramaktadır).

  • 91:10

    وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ

    Ve onu (nefsini ve kötülüklerini) sarıp örten (kirli niyetini ve mel’ânetini gizleyip riyakârlık eden ve kendini günah kirlerine gömen) de yıkıma (fitneye ve felakete) sürüklenmiştir.

  • 92:8

    وَاَمَّا مَنْ بَخِلَ وَاسْتَغْنٰىۙ

    Fakat her kim de cimrilik ve bencillik ederek (ilim, servet ve şöhretine güvenerek) kendisini (Hakk davadan ve hayırlı çağrıdan) müstağni sayarak (hizmete ve teslimiyete ihtiyaç duymazsa),

  • 92:9

    وَكَذَّبَ بِالْحُسْنٰىۙ

    Ve en güzel olan (Hakk çağrıyı ve İslami esasları) da yalan sayarsa (en gerekli daveti yapanı ve en gerçekçi davayı savunanı yalanlar ve karşı çıkarsa),

  • 92:10

    فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرٰىۜ

    Biz ona da en zorlu (ve zararlı) olanı (kötülük yollarını ve azaba uğramasını) kolaylaştıracağız (böylece adım adım rezalet ve felaketlere hazırlayacağız).

  • 92:11

    وَمَا يُغْن۪ي عَنْهُ مَالُهُٓ اِذَا تَرَدّٰىۜ

    Artık tereddi edip (baş aşağı düşüşe uğrayacağı, dalâlet uçurumlarına yuvarlanacağı ve sonunda cehenneme atılacağı) zaman, malı (makamı, mansıbı) ona hiç yarar sağlamayacaktır. (Çünkü kendisine cehennem ve cehalet yolu açılmıştır.)

  • 104:4

    كَلَّا لَيُنْبَذَنَّ فِي الْحُطَمَةِۘ

    Hayır; andolsun o (cimri ve gönül incitici kişi), 'hutame'ye atılacaktır.

  • 107:3

    وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ

    Yoksulu (muhtaç ve mağduru) doyurmaya, (bunları koruyup kalkındıracak yeterli imkânı ve adil bir iktidarı oluşturmaya) da önayak olmayandır.