Takva

  • 2:177

    لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

    (Ey Müslümanlar!) Yüzlerinizi (namazda şuursuz ve huzursuz biçimde) Doğu'ya veya Batı'ya çevirmeniz (ve ibadette şekilcilikle yetinmeniz) iyilik değildir. Asıl iyilik; Allah'a, (ve O’na inancın gereği olarak) Ahirete, Meleklere, Kitaba ve Peygamberlere (ve onların getirdikleri dine ve düzene samimiyet ve teslimiyetle) iman etmeniz... Sevdiğiniz malınızı yakınlara, yetimlere (korumasız ve bakımsız olanlara), yoksullara, yolda kalmışlara, isteyen muhtaçlara ve borç altında esir olanlara vermeniz... Namazınızı kılmanız, zekât (vergisini) ödemeniz... Anlaşma ve sözleşmelerinizi yerine getirmeniz, (maddi ve manevi) darlık, hastalık ve cihadın kızışması zamanında sıkıntılara sabretmenizdir... İşte (iman davasında) sadık (ve samimi) olanlar ancak bunlardır... Ve gerçek müttakiler de onlardır.

  • 2:189

    يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِۜ قُلْ هِيَ مَوَاق۪يتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّۜ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

    Sana, hilalleri (doğuş halindeki “ay” şekillerini) sorarlar. De ki: “O, insanlar ve hacc için belirlenmiş vakitlerdir. İyilik (birr, cahiliye âdetinde olduğu gibi), evlere arkalarından gelmeniz (gibi asılsız ve yararsız hurafeler) değildir, ama iyilik (küfür ve kötülükten) sakınan(ın halidir). Artık evlere (ön dış) kapılarından girin. Allah'tan sakının, umulur ki kurtuluşa ulaşırsınız.”

  • 5:87

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ

    Ey iman edenler! Allah'ın sizin için helâl ve mübah saydığı güzel ve temiz şeyleri (takvalık taslayarak) haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. (Öyle ise kendi zan ve kuruntularınıza değil, Kur’an’a ve Resulüllah’a sarılın.)

  • 7:126

    وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِم۪ينَ۟

    (Sihirbazlar Firavun’a:) “Oysa sen, sırf (Hz. Musa eliyle) bize gelen Rabbimizin ayetlerine inanmamızdan dolayı intikam alıyorsun” (demişlerdi). Ve "Ey bizim Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür" (diye duaya sığınmışlardı).

  • 9:17

    مَا كَانَ لِلْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ شَاهِد۪ينَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ

    (Kur’an’ın pek çok hükmünü ve İslami yükümlülüğünü kabul etmeyerek) Şirk koşanların (ama hâlâ Müslümanlık taslayan münafıkların), kendi inkârlarına bizzat kendileri şahitler iken, Allah'ın mescitlerini onarmaları (veya dini hizmet kurumları açmaları) olacak iş değildir. (Mutlaka şeytani bir hesapları vardır.) İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır.

  • 9:18

    اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ وَلَمْ يَخْشَ اِلَّا اللّٰهَ فَعَسٰٓى اُو۬لٰٓئِكَ اَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ

    Allah'ın mescitlerini (dini ve manevi hizmet merkezlerini), yalnızca Allah'a ve ahiret gününe (samimiyetle) iman eden, namazı dosdoğru yerine getiren, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkup çekinmeyenler (halis niyetle başlayıp) onarabilirler. İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır.

  • 9:107

    وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْر۪يقًا بَيْنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَاِرْصَادًا لِمَنْ حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُۜ وَلَيَحْلِفُنَّ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّا الْحُسْنٰىۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ

    • Mescid-i Dırar ve Münafıklar: Bir de (münafıklık damarıyla, Müslümanlara ve Hakk dava mensuplarına) zarar vermek (ve zayıflatmak), küfrü (ve nifak cephesinin gücünü) artırmak, mü’minlerin (Hakka ve hayra hizmet ekibinin) arasını açmak (üzere)... Ve daha önce (başından beri) Allah’a ve Resulüne (Hakk Dine ve adalet düzenine) karşı (açıkça) savaş açmış kimselerin (müşrik ve münkir kesimlerin desteğini) gözetleyip (onlardan makam, menfaat ve madalya almak) için, (ayrı) bir mescit (yeni bir merkez, hizip, ekip) kuranlar da vardır ki; (bu münafıklar: "Biz bu yeni merkezi ve hareketi yaparken;) iyi ve güzel gayretlerden (ve hayırlı hizmetlerden) başka (kötü) bir şey amaçlamadık” diye (yalan yere) yemin edeceklerdir. Oysa Allah şahitlik edip, (kesinlikle biliyor ve haber veriyor ki) şüphesiz onlar (yamuklaşmış ve İslam düşmanlarına yanaşmış) yalancı kimselerdir.

  • 9:108

    لَا تَقُمْ ف۪يهِ اَبَدًاۜ لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقْوٰى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ ف۪يهِۜ ف۪يهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ

    (Ey Nebim, Sen ve kıyamete kadar sadık ümmetin) Orada (İslami hareketi yaralamak ve düşmana yaranmak üzere kurulan mescitte ve mahfilde), sakın ve asla (namaza) durma! (Ayrılık ve münafıklık merkezine, mezhebine ve partisine katılma!) Elbette ilk gününden (ve temelinden) itibaren takva (ve Hakk dava) üzerine kurulan (ve bu farkını ve faziletini koruyan) mescit (ve karargâh merkezinde ibadet ve hizmet niyetiyle sağlam ve sadık dimdik ayakta) durmak (imana ve insanlığa) daha layıktır. (Çünkü) Orada (ruhen ve ahlâken) temizlenmeyi (Allah'ın rızasına ve rıdvanına erişmeyi) seven (adalet düzeninin hâkimiyetini gönülden isteyen mert ve metin) adamlar vardır. Allah da, (küfürden, kötülükten, günah kirinden ve nankörlükten) temizlenenleri elbette sevmektedir.

  • 9:109

    اَفَمَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى تَقْوٰى مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ اَمْ مَنْ اَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلٰى شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِه۪ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ

    (Düşünün bakalım!) Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır; yoksa binasının temelini, (yakında çöküp) göçecek bir yarın (altı oyulup yıkılıverecek bir yamacın) kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermeyecektir.

  • 25:72

    وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا

    (Ve yine Rahman’ın makbul kulları) Onlar yalan yere şahitlik etmezler, (bildiklerini gizlemezler, ifadelerini eğip bükmezler.) Lağviyata (boş, yararsız ve hayâsız konuşmalara, tartışmalara, sataşmalara ve programlara) rastladıklarında ise vakarla (ve ağır başlılıkla) oradan uzaklaşarak geçip giderler. [Not: Onurlu ve şuurlu mü’minler, televizyon dizilerinde, internet sitelerinde, gazete ve dergilerde rastladıkları; İslam’la alay eden, ahlâkı dejenere eden, şehveti körükleyen yayınlar ve programları derhal değiştiren ve ilgili mercilere gerekli tepkiyi gösterenlerdir.]

  • 25:73

    وَالَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمًّا وَعُمْيَانًا

    Ve onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatılıp anlatıldığında, bunlara karşı sağır ve kör (gibi ilgisiz ve isteksiz) davranmayan (hemen kendilerini toparlayıp Kur’an’ı anlamaya ve uygulamaya çalışan mü’min) kimselerdir.

  • 25:74

    وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَامًا

    Ve onlar: “Rabbimiz, eşlerimizden ve soyumuzdan bize, gözümüzün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl” (ki; şuurlu, onurlu ve huzurlu yaşanacak bir düzene ve döneme rehberlik yapalım) diyenlerdir. (Ve bu yönde çaba gösterenlerdir.)

  • 25:75

    اُو۬لٰٓئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ ف۪يهَا تَحِيَّةً وَسَلَامًاۙ

    İşte bunlar (var ya; ibadet, istikamet ve dini hizmet üzerinde) sabretmelerine karşılık, (cennetin en gözde konaklarındaki) makamlarla ödüllendirilecek ve orada esenlik dileği ve selamla karşılanıp (sevindirilecek ve şereflendirileceklerdir).

  • 25:76

    خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ حَسُنَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا

    Orada ebedi kalıcılar olarak (sonsuz saadete erişeceklerdir); o, ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir konaklama yeridir.

  • 28:55

    وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ سَلَامٌ عَلَيْكُمْۘ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِل۪ينَ

    (Olgun Müslümanlar) ‘Boş ve yararsız olan sözü' işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: “Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam olsun, (sizinle barışık olduğumuzu bilin, sadece bâtılı reddederiz) biz cahilleri benimsemeyiz, onlardan (hayır) beklemeyiz (onların yanlışına düşmek istemeyiz)” derler. [Not: Bu ayet; İslami ve Adil bir Düzen ortamında, Hz. Peygamber Efendimizin MEDİNE SÖZLEŞMESİ’ni örnek alan doğru bir Laiklik anlayışıyla, farklı Dinlere mensup kesimlerin birlikte ve barış içinde yaşamaları gerektiğine de işarettir.]

  • 28:56

    اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

    (Ey Resulüm!) Gerçek şu ki: Sen sevdiğini (ve istediğini) hidayete erdiremezsin. Ancak Allah, dilediğine hidayet verir. O, hidayete erecek (iyi niyet, gayret ve karakterde) olanları daha iyi bilir.

  • 28:57

    وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَمًا اٰمِنًا يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقًا مِنْ لَدُنَّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

    (İslami hüküm ve hakikatler işlerine gelmeyen inkârcılar ve münafıklar) Dediler ki: (Evet Sen haklısın ve doğru yoldasın, ama) “Eğer Seninle birlikte (aynen ve alenen) hidayete uyacak olursak; yerimizden ve yurdumuzdan (bâtıl ve zalim düzen içindeki saygın konumumuzdan) çekilip kopartılıveririz (makam ve menfaatimizden mahrum ediliriz)!” Oysa Biz onları, Kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürününün aktarılıp toplandığı, güvenli bir Harem'de (Mekke ve Medine’de) yerleşik kılmış değil miydik? Fakat onların çoğu (yaratılış gayelerini) bilmeyen (cahil ve gafil kimselerdir).

  • 28:58

    وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلًاۜ وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ

    Bu nedenle Biz (haram ve haksız yollarla kazanılmış) bol geçimi ile şımarıp azmış (fuhuş ve fesatlığa dalmış) nice ülkelerin halkını helak ettik. İşte meskenleri (harap olmuş şehirlerinin ve semtlerinin viraneleri, şimdi sahipsiz ve değersiz haldedir); çok az (bir zaman) dışında (oralarda da) kendilerinden sonra oturulabilmiş değillerdir. (Onlara ve tüm imkânlarına gerçek sahip ve) Vâris olanlar Biziz.

  • 28:59

    وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى حَتّٰى يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولًا يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ

    Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' (şehirlere ve ilçelere), hatta ki onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe (onlar da itiraz, inkâr ve isyan etmedikçe), memleketleri (ve medeniyetleri) yıkıma uğratıcı değildir. Ve zaten Biz, halkı (ve yönetici takımı) zulmeden ülkelerden ve şehirlerden başkasını helak edip (yıkıma uğratacak) olan değiliz.

  • 28:60

    وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَز۪ينَتُهَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟

    (Ey münkirler ve nankörler!) Size verilen şeyler, sadece (fani) dünya hayatının geçimi ve ziynetidir. (Sadık ve mücahit mü’minler için) Allah katında olan ise (elbette) daha hayırlı ve daha süreklidir (bâkidir). Hâlâ aklınızı (ve vicdanınızı) kullanmayacak mısınız?

  • 28:61

    اَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاق۪يهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ

    Şimdi, kendisine güzel bir va’adde bulunduğumuz, dolayısıyla (dünya ve ahirette) ona (hidayet ve rahmete) kavuşan kişi; şu dünya hayatının (geçici makam ve menfaatleriyle) metalandırıp (zevkü sefa içinde yaşattığımız, ama) sonra kıyamet günü (azaba çarptırılmak üzere) hazırladığımız kimse gibi midir? (Bunları aynı mı sanmaktasınız?)

  • 28:62

    وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ

    O gün (Allah) onlara seslenerek: "Bana ortak olarak öne sürdükleriniz hani nerede?" diyecektir.

  • 28:63

    قَالَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَاۚ اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ تَبَرَّأْنَٓا اِلَيْكَۘ مَا كَانُٓوا اِيَّانَا يَعْبُدُونَ

    Üzerlerine (azap) sözü hak olan (saptırıcı)lar derler ki: 'Rabbimiz, işte bizim azdırıp saptırdıklarımız bunlardır; kendimiz azıp saptığımız gibi, onları da azdırıp saptırdık. (Şimdiyse) Sana (gelip onlardan) uzaklaşmış bulunmaktayız. (Zaten) Onlar bize tapıyor da değillerdi. (Kendi nefsani heves ve istekleri için bizim peşimize düşmüşlerdi.)

  • 28:64

    وَق۪يلَ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَرَاَوُا الْعَذَابَۚ لَوْ اَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ

    (Tağutların ve sahte ma’budların ardına sığınanlara ise) Denilir ki: 'Ortaklarınızı (Allah’a şirk koşup peşlerine takıldıklarınızı şimdi) çağırın (bakalım, yanınıza gelebilecekler mi?)' Böylelikle çağırırlar, ama kendilerine cevap (ve destek) vermezler ve (dehşetli) azabı görünce (acı bir pişmanlık içinde kıvranıverirler. Halbuki;) şayet hidayet bulmuş olsalardı ne olurdu. (Ama bunlar nasipsizlerdir.)

  • 28:65

    وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ مَاذَٓا اَجَبْتُمُ الْمُرْسَل۪ينَ

    O gün (Allah) onlara seslenerek: "Gönderilen (Hakk elçilere) ne cevap verdiniz? (İnkâr edip düşman kesilmiştiniz değil mi?)" diyecektir.

  • 28:66

    فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْاَنْبَٓاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَٓاءَلُونَ

    Artık o gün, (kâfirler ve zalimler için bütün bilgiler ve) haberler onlar için kararıp körelmiştir. (Bilgi alma kaynakları kesilmiştir, sözleri ve mazeretleri de tükenmiştir.) Artık birbirlerine de soramayacak (halde hepsi perişan ve pişman vaziyettedirler).

  • 28:67

    فَاَمَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسٰٓى اَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِح۪ينَ

    Ancak her kim (küfür ve kötülükten samimiyetle) tevbe edip, iman eder ve (her konuda yararlı) salih ameller işlerse (ve geri kalan ömrünü Hakk ve hayır üzere geçirirse) artık onlar kurtuluşa erenlerden olmayı umabilirler.

  • 28:68

    وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ وَيَخْتَارُۜ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

    Rabbin, dilediğini yaratır ve (kullarından dilediğini peygamber ve hidayet rehberi olarak) seçer; seçim ve tercih onlara ait değildir. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir, Yücedir.

  • 28:69

    وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ

    (Muhakkak ki) Rabbin onların göğüslerinin (gönüllerinin içinde) sakladıklarını da ve açığa vurduklarını da bilir.

  • 28:70

    وَهُوَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ وَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

    (Çünkü) O Allah'tır, Kendisinden başka İlah yoktur. (Hakiki Mevcud, Ma’bud, Maksut ve Mahbub O’dur.) En başta da, sonda da hamd O'nundur. Hüküm (hayat imtihanıyla ilgili kanunlar ve ahirette herkes için verilecek adil kararlar) O'nundur ve (hepiniz) O'na döndürüleceksiniz (ve hesaba çekileceksiniz).

  • 28:71

    قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ الَّيْلَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِضِيَٓاءٍۜ اَفَلَا تَسْمَعُونَ

    De ki: “Gördünüz mü (ve hiç düşündünüz mü? Görüşünüz nedir,) söyleyin bana; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce uzatıp sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size (karanlığı giderip) aydınlık verecek ilah kimdir? Hâlâ (kulak verip) dinlemeyecek (ve gerçeği işitmeyecek) misiniz?”

  • 28:72

    قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ ف۪يهِۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ

    De ki: “Gördünüz mü (veya görüşünüzü) söyleyin (bakalım); Allah (yerkürenin ve Güneş sisteminin düzenini değiştirip) kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de (gerçeği) görmeyecek (ve Hakk yola gelmeyecek) misiniz?”

  • 28:73

    وَمِنْ رَحْمَتِه۪ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

    Kendi rahmetinden olmak üzere; O sizin dinlenmeniz ve O'nun fazlından (geçiminizi) arayıp (temin etmeniz) için geceyi ve gündüzü var etti. Umulur ki şükredersiniz. (Yani; Cenab-ı Hakk, Dünya’nın ve Güneş’in dönüşünü durdursa, böylece kâinatın ve tabiatın düzeni bozulsa; tekrar eski haline getirebilir misiniz?)

  • 28:75

    وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُٓوا اَنَّ الْحَقَّ لِلّٰهِ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟

    (Hesap günü) Her ümmetten bir şahit ayırıp çıkaracağız ve: 'Kesin kanıt (bürhan)ınızı getirin' buyuracağız. Artık öğrenmiş olacaklar ki, Hakk gerçekten (ve sadece) Allah'ındır (Kur’an’ın buyruklarıdır) ve uydurdukları (İslam’a aykırı nizamlar ve sahte kurtarıcılar da) kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.

  • 28:76

    اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْۖ وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓواُ بِالْعُصْبَةِ اُ۬ولِي الْقُوَّةِۗ اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ

    Gerçek şu ki, Karun da Musa'nın kavmindendi (onun yakın akrabasıydı), ancak onlara karşı azgınlaşıp (gururlanmıştı). Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, (sadece) anahtarlarını, (bu hizmet için özel kiralanmış) birlikte davranan güçlü bir topluluk zor taşırdı. Hani kavmi ona (servetiyle gururlanan Karun’a) demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah (mal ve makamla ferahlanıp) şımararak böbürlenip sevince kapılanları sevmez” diye (uyarmıştı).

  • 28:77

    وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ

    (Öyle ise ey mü’min!) Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. (Dünya da, ahiret de Müslümanlarındır. Ey sermaye sahipleri! Allah’ın size verdiği servet ve nimetlerle, ahiret yurdunu kazanmaya çalışın. Zekât ve cihad için harcayın. Bu arada dünyadan da nasibinizi unutmayın. Meşru yollardan çalışıp kazandığınız serveti kendiniz, aileniz ve yakınlarınız için örfe, âdetlere ve standartlara uygun olarak helâl yolda harcayın, cimrilik yapmayın.) Allah nasıl sana in’am ve ihsan edip (zenginlik) verdiyse, sen de (fakir fukaraya, işçi ve memuruna) öylece iyilik ve ikramda bulun(un. Sakın fakirin, işçi ve memurun hakkını ketmederek) yeryüzünde bozgunculuk (ve anarşi) çıkarma(yın). Zira gerçekten Allah fitne fesat çıkaranları asla sevmez (ve onları felaha-başarıya da ulaştırmayacaktır).

  • 28:78

    قَالَ اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعًاۜ وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ

    (Karun ise) Dedi ki: “Bu (servet ve selahiyet), ancak bende olan bir bilgi (ve beceri) dolayısıyla bana verilmiştir.” (Oysa) Bilmez (ve akledip düşünmez) mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından ondan daha güçlü olan ve insan-sayısı bakımından ekseriyeti (arkasına takan) ve daha çok mal toplayan (nice) kimseleri yıkıma uğratmıştır. Ve zaten suçlu-günahkârlardan (zalim ve mücrim takımından) kendi günahları (bile) sorulmayacaktır. (Çünkü zaten Cenab-ı Hakk hepsini bilip durmaktadır. Onlar hemen azarlanıp cezalandırılacaklardır.)

  • 28:79

    فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ

    (Karun) Böylece kendi ihtişamlı süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını (imrenip) istemekte olanlar: “Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir servet (üstün bir nimet ve fazilet) sahibidir” diye (imrenmişlerdi).

  • 28:80

    وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللّٰهِ خَيْرٌ لِمَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًاۚ وَلَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الصَّابِرُونَ

    (Ama) Kendilerine (hakiki) ilim (ve hidayet) verilenler ise, (bu hain ve nankörlere imrenen gafillere:) “Yazıklar olsun size, Allah’ın sevabı (ve ahiret hazırlığı) iman edip salih ameller işleyenler için çok daha hayırlı (ve kalıcıdır, ancak) bu (yüksek şeref ve fazilete samimiyetle) sabredenlerden başkası kavuşturulmayacaktır” (demişlerdi).

  • 28:81

    فَخَسَفْنَا بِه۪ وَبِدَارِهِ الْاَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۗ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِر۪ينَ

    Nihayet Biz onu (Karun’u) da, konağını (ve hazine sandıklarını) da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir taraftarı olmamış (olanlar da fayda vermemişti). Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden olan (bir kişi) de değildi.

  • 28:82

    وَاَصْبَحَ الَّذ۪ينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاۜ وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟

    Daha dün onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: “Vay be! Demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve (istediği anda) kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz (kahredip yere) batırırdı. Vay be! Demek gerçekten inkâr edenler felah bulamaz” demeye başlamışlardı.

  • 28:83

    تِلْكَ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذ۪ينَ لَا يُر۪يدُونَ عُلُوًّا فِي الْاَرْضِ وَلَا فَسَادًاۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ

    İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde (Allah’a iman ve itaat davetine karşı) büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. Ve (güzel) sonuç (elbette) takva sahiplerinin olacaktır.

  • 30:30

    فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ

    Bu nedenle Sen yüzünü (ve yönünü) tam bir teslimiyetle Hakk Din’e çevir; Allah'ın (beşer tabiatına uygun olarak gönderdiği) Fıtrat Dinine (ve İslam düzenine) dön ki, (Cenab-ı Hakk) insanları ona göre (fıtrat dinine, doğal ve sosyal dengelere uygun şekilde) yaratmıştır. Allah'ın yaratması (ve kanun koyması) değiştirilemez. (Çünkü fıtrat esaslarına aykırılık felaketlere yol açacaktır.) İşte dimdik ayakta duran (Hakk) Din budur. Fakat insanların çoğu (gerçeği) bilmezler (ve öğrenmek istemezler, bu yüzden hidayetten mahrum kalmışlardır).

  • 33:35

    اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّٓائِم۪ينَ وَالصَّٓائِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يرًا وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا

    Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, (zorluk, darlık ve hastalıklara) sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren sadık erkekler ve sadaka veren sadık kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, (her durumda) Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah, bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.

  • 39:33

    وَالَّذ۪ي جَٓاءَ بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

    (Mutlak) Doğruyu (Kur’an’ı) getirip (sizi bâtıldan Hakka yönelten) ve onu tasdik edip (sadakat gösterenlere gelince;) işte onlar müttaki olanların (ve gerçek mutluluğa ulaşanların) ta kendileridir.

  • 39:34

    لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الْمُحْسِن۪ينَۚ

    Rableri katında dileyecekleri her şey onlara verilecektir. İşte bu muhsinlerin (iyilik ve dini gayret ehlinin) ödülleridir.

  • 70:15

    كَلَّاۜ اِنَّهَا لَظٰىۙ

    Hayır ve asla! (Bunların hiçbiri kesinlikle kabul olunmayacaktır.) Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir (ki mücrim ve münkir zalimler ona atılacaktır).

  • 70:16

    نَزَّاعَةً لِلشَّوٰىۚ

    (O ateş) Başın derisini kavurup-soyacak (organları söküp çıkaracak)tır.

  • 70:17

    تَدْعُوا مَنْ اَدْبَرَ وَتَوَلّٰىۙ

    Yüz çevirip (kaçmak için) arkasını döneni çağırıp duracak (yakalayıp yakacaktır).

  • 70:18

    وَجَمَعَ فَاَوْعٰى

    (Dünyada haram ve haksız yollarla mal ve servet biriktirip) Toplayarak bir yerde (istif edip) yığanları (helâl kazansa bile hayır yolunda harcamayanları cehennem kavuracaktır).

  • 70:19

    اِنَّ الْاِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًاۙ

    Çünkü hakikaten insan çok hırslı, sabırsız (huysuz ve doyumsuz) bir yaratılıştadır.

  • 70:20

    اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًاۙ

    Kendisine şer (ve keder) dokunursa, o zaman hemen feryada başlayıp sızlanır.

  • 70:21

    وَاِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًاۙ

    Ama ona bir iyilik dokunur (ve hayır sahibi kılınırsa) o zaman da (başkalarıyla paylaşmayı meneder) ve kıskanırlar.

  • 70:22

    اِلَّا الْمُصَلّ۪ينَۙ

    Ancak, (şuurla ve huzurla) namaz kılanlar başka (onlar ayrıdır ve farklıdırlar).

  • 70:23

    اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ دَٓائِمُونَۖ

    Ki onlar; namazda (ve niyazlarında, kulluk ve sorumluluk yolunda) devamlıdırlar. (Her an Rabblerinin huzurunda olmanın şuuruyla davranırlar.)

  • 70:24

    وَالَّذ۪ينَ ف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَعْلُومٌۙ

    Onların mallarında, (fakir ve çaresiz kimselerin de bilinen ve belirlenen) bir hakkı vardır.

  • 70:25

    لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِۖ

    Ki, ihtiyaç duyup isteyenlerin (çalışıp kazanma imkânından mahrum kimselerin) ve yoksul kesimlerin (yardımına koşulmalıdır.)

  • 70:26

    وَالَّذ۪ينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۖ

    Onlar (mü’minler), din gününü tasdik edip (ahirete tam inanmaktadırlar).

  • 70:27

    وَالَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ عَذَابِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۚ

    Onlar Rablerinin azabına karşı (daimî) bir korku duymakta (ve ona göre davranmakta)dırlar.

  • 70:28

    اِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍۚ

    Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz. (Kimse kendisini kurtulmuş sayamaz. Allah’tan hakkıyla korkmak ve hesaba hazırlanmak lazımdır.)

  • 70:29

    وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ

    Ve onlar, ırzlarını (ferçlerini-namus ve onurlarını) korumakta (her türlü hayâsızlıktan sakınmakta)dırlar;

  • 70:30

    اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَۚ

    Ancak kendi eşleri ya da sağ ellerinin malik olduğu (özel nikâh sözleşmelileri) başka; çünkü onlar (bunlardan dolayı) kınanmazlar.

  • 70:31

    فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ

    Fakat bunun ötesini arayanlar (ve harama kayanlar), artık onlar taşkınlık yapıp sınırı aşanlardır.

  • 70:32

    وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۖ

    (Bir de mü’minler) Onlar, emanetlerine (memuriyet ve mesuliyetlerine) ve ahitlerine (sözlerine ve senetlerine harfiyen) riayette bulunanlardır.

  • 70:33

    وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِشَهَادَاتِهِمْ قَٓائِمُونَۖ

    (Onlar) Şahitliklerinde dosdoğru davrananlardır. (Gördüklerini gizleyip eksiltmeyen, konuya çarpıtıcı ilaveler eklemeyen, kendi yorumunu gerçek gibi söylemeyen sadık insanlardır.)

  • 70:34

    وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۜ

    Onlar namazlarını (titizlikle) koruyanlardır. (Tüm İslami kurum ve kuralları ayakta tutanlardır.)

  • 70:35

    اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي جَنَّاتٍ مُكْرَمُونَۜ۟

    İşte onlar, cennetler içinde ikram olunup ağırlanacaklardır.

  • 98:5

    وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ

    Oysa onlar, Dini sadece O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak, ancak Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru ikame edip (huzur ve şuurla yerine getirmek) ve zekâtı vermek dışında (yanlış ve yararsız şeylerle) emrolunmamışlardı. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din bu (İslam)dır.