Hudeybiye barışı
-
48:1
Doğrusu Biz Sana (zafer yollarını) açtık; apaçık bir fetih ihsan ettik.
-
48:2
Öyle ki Allah, (itminan ve sükûnete ulaştırıp) Senin geçmiş ve gelecek (her) hatanı (ve inanıp peşine takılanları) bağışlayıversin, üzerindeki nimetini tamama erdirsin ve Seni dosdoğru bir yola (hidayete) yöneltsin.
-
48:3
Ve Allah (bu sürecin sonunda), Sana ‘üstün ve onurlu’ bir zaferle yardım etsin (istedik).
-
48:4
(Böylece) O (Allah CC) imanlarını bir kat daha arttırsınlar diye mü’minlerin kalplerine sükûnet (huzur, itminan ve emniyet) indirdi (ve indirecektir). Göklerin ve yerin orduları (elbette) Allah’ındır. Allah (CC) her şeyi (nasıl yapacağını en iyi) Bilendir; Hüküm ve Hikmet sahibidir.
-
48:5
(Her şeye gücü yeten, göklerdeki ve yerdeki ordularıyla işlerini yürüten Cenab-ı Hakkın ayrıca cihadı emretmesi; bu hizmet ve gayretleri sebebiyle) Mü’min erkek ve kadınları, altından ırmaklar (ve havuzlu şelaleler) akan ve içinde ebedi kalacakları cennetlere sokması ve onların günahlarını örtüp bağışlaması içindir. İşte Allah katında gerçek kurtuluş ve büyük mutluluk budur (ve sonsuz huzura bu sayede erişilir).
-
48:6
(Cenab-ı Hakkın İslami harekete ve onun önderi olan şahsiyete zafer ve iktidar vermesi; aynı zamanda) Allah hakkında kötü zanda bulunan (Allah’ın ve Müslümanların süper güçlerle ve Siyonist merkezlerle başa çıkamayacakları kanaatini taşıyan, mücahit ve müstakim kimseleri hayalperestlikle suçlayan; ama zahirde mü’min ve müttaki rolü oynayan) münafık erkek ve kadınlara, (ve yine İslam’ın bir kısmına inanıp bir kısmını gereksiz sayarak inkâra ve itiraza kalkışan) müşrik erkek ve kadınlara azap vermesi (ve İslami hareketin aleyhinde çalışanları rezil ve rüsva etmesi) içindir. Ta ki, (kâfirlerin ve hainlerin, Müslümanlar için bekledikleri) kötülük çemberini (hezimet ve zillet dönemini) onların başına geçirsin (diyedir. Hem mü’min ve müttaki geçinip de Kur’an ahkâmına karşı çıkan münafıkların, hem de yanlış yorumlanıp uygulanan laiklik ve çağdaşlık adına İslam’a saldıran müşrik takımının hepsine) Allah gazap etmiş, lanetlemiş ve onları hazırladığı cehenneme (terk etmiştir). Orası ne kötü (ve kahredici) bir gidiş yeridir.
-
48:7
(Cenab-ı Hakk bütün bu va’ad ettiklerini yerine getirmeye Kâdir’dir. Zaten) Göklerin ve yerin (içindeki gizli ve özel) orduları Allah'ın (emrinde)dir. Allah Azîz ve Hâkim’dir. (Sınırsız kuvvet, hâkimiyet ve hikmet sahibidir.)
-
48:8
(Ey Resulüm!) Kesinlikle Biz Seni, (bir) şahit, müjdeleyici ve uyarıp (ikaz ve irşad edici) olarak göndermişizdir...
-
48:9
Ki (ey kullarım! Bu vesile ile siz) Allah’a ve Resulüne iman edesiniz, Onu savunup destekleyesiniz, Ona içtenlikle saygı gösterip (dinine ve davasına) yardım edesiniz (diyedir.) Ve sabah akşam (her yerde ve her halde) O'nu (hatırlayıp) tesbihle yüceltmeniz (ve O’nun emir ve hükümlerine göre hayat sürüp huzura ermeniz) içindir.
-
48:10
(Ey Resulüm!) Şüphesiz (Hakk ve adalet hâkim kılınsın, zulüm ve küfür düzenleri yıkılsın diye, imani ve insani bir mesuliyetle) Sana biat edenler, (bağlılık sözü verenler, aslında ve aynen) ancak Allah’a biat etmiş (gibi)dirler. (Sanki) Allah’ın eli (Seninle biat ve itaat sözleşmesi yapan) şahısların elleri üzerindedir. (Hakk ve hayır adına biat edip sadakat gösterenler Allah'ın özel inayeti ve hidayeti içindedirler.) Bu nedenle artık kim ahdini bozar (Hakk davadan ve sadakatten ayrılır)sa, o sadece kendi aleyhine ahdini bozmuş birisidir. Her kim de Allah’a verdiği ahdine vefa gösterir (sadakat, samimiyet ve gayretini devam ettirir)se, (Allah kesinlikle) ona da büyük bir ecir (şeref ve zafer) verecektir.
-
48:11
Yakında Bedevilerden (Medine civarındaki köylü Arap kabilelerinden olup basit bahanelerle cihad görevinden ve Hudeybiye seferinden) geri kalmış (ve nasipsiz bırakılmış) olanlar gelip Sana: “Mallarımız (hayvanlarımız ve tarlalarımızın bakımı) ve evladü iyalimizin (korunması ve ihtiyaçlarının karşılanması gibi mazeretler) bizi oyalayıp engelledi. (Yoksa gönlümüz ve duamız sizinle beraberdir. Bu nedenle) Allah’tan bizim için mağfiret dile” diyeceklerdir. (Oysa) Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylemektedirler. Onlara de ki: “(Rabbim, kalbinizde gizlediklerinizi ve gerçek niyetlerinizi bilip durduğu için) Eğer Allah size bir zarar gelmesini murad etse veya bir menfaate erişmenizi dilese, O’nun bu kararına karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki Allah bütün yaptıklarınıza (ve kafanızda tasarladıklarınıza) Habîr'dir (her şeyden haberdar olup Bilendir).”
-
48:12
Belki de aslında siz, (ey Bedeviler ve bedavacılar! Hz.) Peygamberin ve mü’minlerin ailelerine bir daha geri dönmeyeceklerini zannetmiş (ve beklemiştiniz). Bu (acı duruma düşmeleri) sizin (bozuk) kalplerinize (ve yamuk gönüllerinize) de cazip gelmişti de kötü zanlar beslemiştiniz ve (böylece) belayı hak eden bir topluluk oluvermiştiniz.
-
48:13
Kim Allah ve Resulüne (gerçekten ve tamamen) imana yanaşmazsa, (rahatına ve menfaatine uygun gördüğü ibadetleri yapar, cihada katılmak ve Hakkı savunmak gibi nefislerine zor gelen emir ve hükümleri inkâr ve itiraza kalkışırsa) o kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.
-
48:14
(Herkesin imanı da inkârı da kendisinedir. İyiliği de kötülüğü de nefsi içindir. Kimse Allah’a kâr ve zarar ulaştıramaz.) Zira göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O (layık olanlardan) dilediğini bağışlar, (müstahak olanlardan) dilediğine azap eder. Allah (CC) çok Bağışlayan ve çok Merhamet buyurandır.
-
48:15
(Ey mü’minler!) Siz (Hayber’deki ve her yerdeki) ganimetleri almaya gittiğiniz zaman (dünya sevgileri ve samimiyetsizlikleri nedeniyle cihaddan) geri bırakılanlar (sorumluluktan ve fedakârlıktan kaytaranlar) gelip diyeceklerdir ki: "Bize müsaade edin de sizi izleyelim (sadık mücahitlerle birlikte gidelim, ganimet ve devlet işlerine iştirak edelim)." Onlar, Allah'ın kelâmını (ve kararını) değiştirmek (bedavadan ganimet devşirmek) istiyorlar. De ki: "Siz, kesin olarak bizim peşimizden gelemezsiniz. Allah, daha evvel sizinle alâkalı böyle (takdir) buyurdu (sizin niyetinizi ve mahiyetinizi bize bildirdi)." Bunun üzerine: "Hayır, bizi kıskanıyorsunuz" diyeceklerdir. Hayır, öyle değil; doğrusu onlar anlayışları pek kıt olan (ve feraset ehli mü’minleri kandıracağını sanan zavallı)lardır.
-
48:16
O Arabîlerden (Hudeybiye) seferinden geri kalıp (ama ganimetten pay almak için ucuz kahramanlık rolü yaparak Hayber gazasına katılmak ve her asırda nihai zaferden pay kapmak isteyenlere) de ki: “Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı çarpışmaya çağırılacaksınız. (Eğer iddianızda sadıksanız) Onlarla, Hakka teslim oluncaya kadar savaşacaksınız... (İşte samimiyet ve cesaretinizi ispat için bu bir fırsat ve imtihandır.) Eğer emre itaat eder (verilen görevleri yerine getirir)seniz, Allah'tan size güzel bir ecir-mükâfat vardır. Yok, eğer önceden döndüğünüz gibi yine yan çizecek olursanız, sizi çok acıklı (ve alçaltıcı) bir azapla (eziyet ve zillete) uğratacaktır.”
-
48:17
(Haksızlığın ve ahlâksızlığın hâkim olduğu bir dönemde ve ülkede, yeniden adaleti hâkim kılmak, ilmi ve insani bir düzene kavuşmak üzere gayret etmek herkese farz-ı ayındır. Ancak hizmet yapamayacak ve işe yaramayacak kadar) Kör, topal ve hasta olanlara vebal yoktur. (Böyle ciddi mazeret ve mecburiyetleri olanların dışında) Her kim Allah’a ve Resulüne itaat eder de (gayret gösterirse), Allah onu altından ırmaklar (ve havuzlu şelaleler) akan cennetlere sokacaktır. Kim de (cihadla ve Milli savunmayla ilgili hizmet ve hazırlıklardan) geri kalır (ve kaytarırsa) onu da çok acı bir azapla cezalandıracaktır.
-
48:18
(Ey Resulüm!) Gerçekten Allah (CC), o mü’minlerden razı olmuştur ki, (Hudeybiye’de) ağacın altında Sana biat ettikleri (ve her asırda Hakk davada sebat gösterdikleri) vakit (onların) kalplerindeki (sadakat ve samimiyetleri)ni bilmiş, (bundan dolayı) üzerlerine sekinet (huzur ve emniyet) indirmiştir. (Ayrıca) Kendilerini pek yakın bir fetihle (Hudeybiye barış süreci ve Hayber zaferiyle ve her çağda önemli galibiyetlerle) ödüllendirmiştir.
-
48:19
Ve elde edecekleri daha birçok ganimetleri de (nasip edecektir), çünkü Allah (CC) Galip ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir.
-
48:20
(Bunların da ötesinde) Allah (CC) size (ileride) ele geçireceğiniz; (kâfirlerin zulüm ve zilletinden kurtulmak ve yeryüzünde hükümran olmak gibi,) daha pek çok ganimet (ve faziletler) de va’ad etmiştir. İşte (şimdilik) şunları hemen vermiş ve insanların elini (ve eziyetini) sizden çektirmiştir (size düşmanlarınıza karşı güç ve galibiyet ihsan etmiş) ki, bu (her asırdaki mücahit) mü’minlere bir delil ve alâmet teşkil etsin ve sizi sırat-ı müstakime (Kur’an’ın yoluna ve İslam’ın huzuruna) iletip eriştirsin. (Zira Allah, cihad emriyle mü’minlere izzet ve fazilet vermeyi murad etmiştir.)
-
48:21
Bunlardan başka; henüz elde edemediğiniz (ve şimdilik güç yetiremeyeceğiniz), ama Allah’ın kuşatıp ihata buyurduğu (kudret ve rahmet hazinesinde hazır bulundurduğu ve ileride kavuşacağınız; devlet, izzet, servet ve cennet gibi daha birçok ganimet ve faziletler de va’ad etmiştir. Ki) Allah (CC) her şeye Kâdir’dir.
-
48:22
Şayet kâfirler (Hudeybiye Anlaşmasına yanaşmayıp da) sizinle savaşsalardı, yine kesinlikle arkalarına dönüp kaçacaklardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardı.
-
48:23
(İşte bu) Allah’ın öteden beri süregelen kanunu (ve imtihan programıdır ki: Hakk namına biat ve hayırda itaat şuuruyla cihad edenleri mutlaka zafere ulaştıracak, inkârcıları ve dönek-hain münafıkları ise mahvu perişan kılacaktır.) Allah’ın kanununda (ve ezeli takdir planında) asla bir değişiklik bulamazsın. (Size düşen Allah'ın Kitabına ve imtihan şartlarına uymak ve sıkıntılara sabırla katlanmaktır. Bugünkü zalim düzenler de her halde yıkılacak ve hainler hak ettikleri akıbete uğrayacaklardır.)
-
48:24
Ve O (Allah CC), Mekke vadisinde (Hudeybiye’de ve kıyamete kadar her dönemde) kâfirlere karşı Sana zafer verdikten sonra; onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çektirip (huzur ve güven ortamı sağlayandır.) Ve Allah, her ne yaparsanız hakkıyla görüp durmakta (ve kayıt altına aldırmakta)dır.
-
48:25
(O müşrikler ve zalimler) Onlar ki (Hakkı) inkâr edip (kâfir olanlar) ve sizin Kâbe’yi ziyaretinizi ve bekletilen hediyeleri (kurbanları) yerlerine (Mina’ya) iletilmesini engelleyip alıkoyanlardır. Eğer (bazı mazeret ve mecburiyetlerle hicret edemediklerinden dolayı hâlâ Mekke’de bulunup) kendilerini henüz tanımadığınız (bazı) mü’min erkeklerle mü’min kadınları, bilmeyerek çiğnemeniz (kâfir zannedip öldürmeniz) sebebiyle vicdan azabına kapılmanız ve kınanmanız ihtimali olmasaydı (Allah savaşı önlemez ve barış yapmanıza izin çıkmazdı.) Dilediğine rahmet etmesi (pek çok Mekkeli müşriki hidayete erdirmesi) için Allah böyle yapmıştır. Şayet onlar (Mekke’deki gizli mü’minlerle müşrikler) birbirinden açıkça seçilip ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elim bir azaba hemen çarptırırdık.
-
48:26
(Hudeybiye’de Müslümanlarla barış imzalamaya mecbur kalan, ama bunun ezikliğini çok ağır şartlar koşarak gidermeye çalışan) Kâfirler, kalplerinde o (şeytani) hamiyet gururunu (kavmiyetçilik ve ataperestlik taassubunu) ve cahiliye damarını kabartıp kaynattıkları zaman, Allah (CC) Peygamberinin ve mü’minlerin üzerine sabır ve sükûnet indirip (onları rahatlattı). Ve onların takva kelimesi (Peygambere, Hakk dava ve devlet liderine Allah için biat ve itaat sözleri) üzerinde kararlılıkla durmalarını sağladı. Zaten onlar (sadık sahabiler ve mü’minler) buna oldukça layık ve ehil (insanlar konumundalar)dı. (Yani sadakat ve liyakat ehli başarıya ulaşırlardı.) Allah (CC) her şeyi (ve herkesi) hakkıyla Bilendir.
-
48:27
Yemin olsun ki Allah, Resulü’nün (Hudeybiye seferi öncesi, ashabıyla birlikte Beytullah’ı ziyaret ettiklerini müjdeleyen) haklı (ve hayırlı) rüyasını doğru çıkardı. Ve Allah’ın izniyle (huzur ve) emniyet içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak korkusuz (ve kaygısız) bir şekilde Mescid-i Haram’a mutlaka gireceksiniz (buyurduğu va’adini tamamladı. Resulüllah’ın rüyasının gerçekleşmesi biraz gecikti ise de, bunun da pek çok hikmetleri vardı.) Allah sizin bilmediklerinizi de bilir. İşte bakın bundan önce size yakın bir fetih vermiş, (sonu çok hayırlı ve hikmetli olacak Hudeybiye Barışını ve Hayber zaferini lütfetmiş)tir.
-
48:28
(Her çağda ve her koşulda) Bütün dinlerden (ve düzenlerden) üstün (ve hâkim) kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve Hakk Din ile gönderen O’dur. (Bu hükmünü gerçekleştirmek ve kullarının Hakk’tan mı bâtıldan mı taraf olduğunu imtihan edip seçmek üzere) Şahit (gözetleyici ve değerlendirici) olarak Allah (CC) yeterlidir.
-
48:29
(Elbette ve kesinlikle Hz.) Muhammed (SAV) Allah’ın Resulüdür; beraberinde bulunanlar (ve kıyamete kadar Onun yanında ve yolunda olanlar) da; inkârcı (zalimlere) karşı şiddetli (cesaretli, mert ve metin), kendi aralarında ise (gayet müsamahalı ve) merhametlidirler. Onları rükû ve secde ederek (her hizmet ve ibadetlerinde sadece) Allah’ın fazlını (lütfu ihsanını) ve rızasını ararken görürsün. Onların nişanları, (nurlu) yüzlerindeki secde izleridir. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Sanki bir ekin (tohum kabuğunu) yarıp filizlerini çıkarmış, gittikçe onu (bitki fidesini ve gövdesini) kuvvetlendirerek kalınlaşmış, derken sapları üzerine doğrulup boy atmıştır. Ki bu durum (emek çeken) ziraatçıların da hoşuna gider. Allah’ın (mü’minleri ve İslami hareketleri böyle tedricen geliştirip güçlendirmesi) bunlarla kâfirleri öfkelendirmek (ve zalimleri kahretmek) içindir. (Ama onlardan, sonunda inadından ve inkârından dönüp) İman eden ve salih ameller işleyenlere Allah (yine de) mağfiret ve büyük mükâfat va’ad etmiştir.
-
60:12
Ey Nebi(m)! Mü'min kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinaya bulaşmamak, çocuklarını öldürmeye kalkışmamak, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp-uydurmamak (gayrimeşru olan bir çocuğu kocalarına dayandırmamak), ma'ruf (iyi, güzel ve yararlı bir iş) konusunda isyan ve itirazdan sakınmak üzere, Sana biat etmek amacıyla geldikleri zaman, onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret iste. (Çünkü İslam’ın adalet düzeninde, kadınlar da erkekler gibi hür ve asil bireylerdir.) Şüphesiz Allah, çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.
-
48:1
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ
Doğrusu Biz Sana (zafer yollarını) açtık; apaçık bir fetih ihsan ettik.
-
48:2
لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ
Öyle ki Allah, (itminan ve sükûnete ulaştırıp) Senin geçmiş ve gelecek (her) hatanı (ve inanıp peşine takılanları) bağışlayıversin, üzerindeki nimetini tamama erdirsin ve Seni dosdoğru bir yola (hidayete) yöneltsin.
-
48:3
وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَز۪يزًا
Ve Allah (bu sürecin sonunda), Sana ‘üstün ve onurlu’ bir zaferle yardım etsin (istedik).
-
48:4
هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ ف۪ي قُلُوبِ الْمُؤْمِن۪ينَ لِيَزْدَادُٓوا ا۪يمَانًا مَعَ ا۪يمَانِهِمْۜ وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًاۙ
(Böylece) O (Allah CC) imanlarını bir kat daha arttırsınlar diye mü’minlerin kalplerine sükûnet (huzur, itminan ve emniyet) indirdi (ve indirecektir). Göklerin ve yerin orduları (elbette) Allah’ındır. Allah (CC) her şeyi (nasıl yapacağını en iyi) Bilendir; Hüküm ve Hikmet sahibidir.
-
48:5
لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عِنْدَ اللّٰهِ فَوْزًا عَظ۪يمًاۙ
(Her şeye gücü yeten, göklerdeki ve yerdeki ordularıyla işlerini yürüten Cenab-ı Hakkın ayrıca cihadı emretmesi; bu hizmet ve gayretleri sebebiyle) Mü’min erkek ve kadınları, altından ırmaklar (ve havuzlu şelaleler) akan ve içinde ebedi kalacakları cennetlere sokması ve onların günahlarını örtüp bağışlaması içindir. İşte Allah katında gerçek kurtuluş ve büyük mutluluk budur (ve sonsuz huzura bu sayede erişilir).
-
48:6
وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّٓانّ۪ينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِۜ عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًا
(Cenab-ı Hakkın İslami harekete ve onun önderi olan şahsiyete zafer ve iktidar vermesi; aynı zamanda) Allah hakkında kötü zanda bulunan (Allah’ın ve Müslümanların süper güçlerle ve Siyonist merkezlerle başa çıkamayacakları kanaatini taşıyan, mücahit ve müstakim kimseleri hayalperestlikle suçlayan; ama zahirde mü’min ve müttaki rolü oynayan) münafık erkek ve kadınlara, (ve yine İslam’ın bir kısmına inanıp bir kısmını gereksiz sayarak inkâra ve itiraza kalkışan) müşrik erkek ve kadınlara azap vermesi (ve İslami hareketin aleyhinde çalışanları rezil ve rüsva etmesi) içindir. Ta ki, (kâfirlerin ve hainlerin, Müslümanlar için bekledikleri) kötülük çemberini (hezimet ve zillet dönemini) onların başına geçirsin (diyedir. Hem mü’min ve müttaki geçinip de Kur’an ahkâmına karşı çıkan münafıkların, hem de yanlış yorumlanıp uygulanan laiklik ve çağdaşlık adına İslam’a saldıran müşrik takımının hepsine) Allah gazap etmiş, lanetlemiş ve onları hazırladığı cehenneme (terk etmiştir). Orası ne kötü (ve kahredici) bir gidiş yeridir.
-
48:7
وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا
(Cenab-ı Hakk bütün bu va’ad ettiklerini yerine getirmeye Kâdir’dir. Zaten) Göklerin ve yerin (içindeki gizli ve özel) orduları Allah'ın (emrinde)dir. Allah Azîz ve Hâkim’dir. (Sınırsız kuvvet, hâkimiyet ve hikmet sahibidir.)
-
48:8
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ
(Ey Resulüm!) Kesinlikle Biz Seni, (bir) şahit, müjdeleyici ve uyarıp (ikaz ve irşad edici) olarak göndermişizdir...
-
48:9
لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُۜ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا
Ki (ey kullarım! Bu vesile ile siz) Allah’a ve Resulüne iman edesiniz, Onu savunup destekleyesiniz, Ona içtenlikle saygı gösterip (dinine ve davasına) yardım edesiniz (diyedir.) Ve sabah akşam (her yerde ve her halde) O'nu (hatırlayıp) tesbihle yüceltmeniz (ve O’nun emir ve hükümlerine göre hayat sürüp huzura ermeniz) içindir.
-
48:10
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟
(Ey Resulüm!) Şüphesiz (Hakk ve adalet hâkim kılınsın, zulüm ve küfür düzenleri yıkılsın diye, imani ve insani bir mesuliyetle) Sana biat edenler, (bağlılık sözü verenler, aslında ve aynen) ancak Allah’a biat etmiş (gibi)dirler. (Sanki) Allah’ın eli (Seninle biat ve itaat sözleşmesi yapan) şahısların elleri üzerindedir. (Hakk ve hayır adına biat edip sadakat gösterenler Allah'ın özel inayeti ve hidayeti içindedirler.) Bu nedenle artık kim ahdini bozar (Hakk davadan ve sadakatten ayrılır)sa, o sadece kendi aleyhine ahdini bozmuş birisidir. Her kim de Allah’a verdiği ahdine vefa gösterir (sadakat, samimiyet ve gayretini devam ettirir)se, (Allah kesinlikle) ona da büyük bir ecir (şeref ve zafer) verecektir.
-
48:11
سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَٓا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَاۚ يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعًاۜ بَلْ كَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا
Yakında Bedevilerden (Medine civarındaki köylü Arap kabilelerinden olup basit bahanelerle cihad görevinden ve Hudeybiye seferinden) geri kalmış (ve nasipsiz bırakılmış) olanlar gelip Sana: “Mallarımız (hayvanlarımız ve tarlalarımızın bakımı) ve evladü iyalimizin (korunması ve ihtiyaçlarının karşılanması gibi mazeretler) bizi oyalayıp engelledi. (Yoksa gönlümüz ve duamız sizinle beraberdir. Bu nedenle) Allah’tan bizim için mağfiret dile” diyeceklerdir. (Oysa) Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylemektedirler. Onlara de ki: “(Rabbim, kalbinizde gizlediklerinizi ve gerçek niyetlerinizi bilip durduğu için) Eğer Allah size bir zarar gelmesini murad etse veya bir menfaate erişmenizi dilese, O’nun bu kararına karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki Allah bütün yaptıklarınıza (ve kafanızda tasarladıklarınıza) Habîr'dir (her şeyden haberdar olup Bilendir).”
-
48:12
بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ اَبَدًا وَزُيِّنَ ذٰلِكَ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِۚ وَكُنْتُمْ قَوْمًا بُورًا
Belki de aslında siz, (ey Bedeviler ve bedavacılar! Hz.) Peygamberin ve mü’minlerin ailelerine bir daha geri dönmeyeceklerini zannetmiş (ve beklemiştiniz). Bu (acı duruma düşmeleri) sizin (bozuk) kalplerinize (ve yamuk gönüllerinize) de cazip gelmişti de kötü zanlar beslemiştiniz ve (böylece) belayı hak eden bir topluluk oluvermiştiniz.
-
48:13
وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يرًا
Kim Allah ve Resulüne (gerçekten ve tamamen) imana yanaşmazsa, (rahatına ve menfaatine uygun gördüğü ibadetleri yapar, cihada katılmak ve Hakkı savunmak gibi nefislerine zor gelen emir ve hükümleri inkâr ve itiraza kalkışırsa) o kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.
-
48:14
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
(Herkesin imanı da inkârı da kendisinedir. İyiliği de kötülüğü de nefsi içindir. Kimse Allah’a kâr ve zarar ulaştıramaz.) Zira göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O (layık olanlardan) dilediğini bağışlar, (müstahak olanlardan) dilediğine azap eder. Allah (CC) çok Bağışlayan ve çok Merhamet buyurandır.
-
48:15
سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْۚ يُر۪يدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِۜ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُۚ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَاۜ بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلًا
(Ey mü’minler!) Siz (Hayber’deki ve her yerdeki) ganimetleri almaya gittiğiniz zaman (dünya sevgileri ve samimiyetsizlikleri nedeniyle cihaddan) geri bırakılanlar (sorumluluktan ve fedakârlıktan kaytaranlar) gelip diyeceklerdir ki: "Bize müsaade edin de sizi izleyelim (sadık mücahitlerle birlikte gidelim, ganimet ve devlet işlerine iştirak edelim)." Onlar, Allah'ın kelâmını (ve kararını) değiştirmek (bedavadan ganimet devşirmek) istiyorlar. De ki: "Siz, kesin olarak bizim peşimizden gelemezsiniz. Allah, daha evvel sizinle alâkalı böyle (takdir) buyurdu (sizin niyetinizi ve mahiyetinizi bize bildirdi)." Bunun üzerine: "Hayır, bizi kıskanıyorsunuz" diyeceklerdir. Hayır, öyle değil; doğrusu onlar anlayışları pek kıt olan (ve feraset ehli mü’minleri kandıracağını sanan zavallı)lardır.
-
48:16
قُلْ لِلْمُخَلَّف۪ينَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَۚ فَاِنْ تُط۪يعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْرًا حَسَنًاۚ وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا
O Arabîlerden (Hudeybiye) seferinden geri kalıp (ama ganimetten pay almak için ucuz kahramanlık rolü yaparak Hayber gazasına katılmak ve her asırda nihai zaferden pay kapmak isteyenlere) de ki: “Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı çarpışmaya çağırılacaksınız. (Eğer iddianızda sadıksanız) Onlarla, Hakka teslim oluncaya kadar savaşacaksınız... (İşte samimiyet ve cesaretinizi ispat için bu bir fırsat ve imtihandır.) Eğer emre itaat eder (verilen görevleri yerine getirir)seniz, Allah'tan size güzel bir ecir-mükâfat vardır. Yok, eğer önceden döndüğünüz gibi yine yan çizecek olursanız, sizi çok acıklı (ve alçaltıcı) bir azapla (eziyet ve zillete) uğratacaktır.”
-
48:17
لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا اَل۪يمًا۟
(Haksızlığın ve ahlâksızlığın hâkim olduğu bir dönemde ve ülkede, yeniden adaleti hâkim kılmak, ilmi ve insani bir düzene kavuşmak üzere gayret etmek herkese farz-ı ayındır. Ancak hizmet yapamayacak ve işe yaramayacak kadar) Kör, topal ve hasta olanlara vebal yoktur. (Böyle ciddi mazeret ve mecburiyetleri olanların dışında) Her kim Allah’a ve Resulüne itaat eder de (gayret gösterirse), Allah onu altından ırmaklar (ve havuzlu şelaleler) akan cennetlere sokacaktır. Kim de (cihadla ve Milli savunmayla ilgili hizmet ve hazırlıklardan) geri kalır (ve kaytarırsa) onu da çok acı bir azapla cezalandıracaktır.
-
48:18
لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحًا قَر۪يبًاۙ
(Ey Resulüm!) Gerçekten Allah (CC), o mü’minlerden razı olmuştur ki, (Hudeybiye’de) ağacın altında Sana biat ettikleri (ve her asırda Hakk davada sebat gösterdikleri) vakit (onların) kalplerindeki (sadakat ve samimiyetleri)ni bilmiş, (bundan dolayı) üzerlerine sekinet (huzur ve emniyet) indirmiştir. (Ayrıca) Kendilerini pek yakın bir fetihle (Hudeybiye barış süreci ve Hayber zaferiyle ve her çağda önemli galibiyetlerle) ödüllendirmiştir.
-
48:19
وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا
Ve elde edecekleri daha birçok ganimetleri de (nasip edecektir), çünkü Allah (CC) Galip ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir.
-
48:20
وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَث۪يرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِه۪ وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْۚ وَلِتَكُونَ اٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ
(Bunların da ötesinde) Allah (CC) size (ileride) ele geçireceğiniz; (kâfirlerin zulüm ve zilletinden kurtulmak ve yeryüzünde hükümran olmak gibi,) daha pek çok ganimet (ve faziletler) de va’ad etmiştir. İşte (şimdilik) şunları hemen vermiş ve insanların elini (ve eziyetini) sizden çektirmiştir (size düşmanlarınıza karşı güç ve galibiyet ihsan etmiş) ki, bu (her asırdaki mücahit) mü’minlere bir delil ve alâmet teşkil etsin ve sizi sırat-ı müstakime (Kur’an’ın yoluna ve İslam’ın huzuruna) iletip eriştirsin. (Zira Allah, cihad emriyle mü’minlere izzet ve fazilet vermeyi murad etmiştir.)
-
48:21
وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرًا
Bunlardan başka; henüz elde edemediğiniz (ve şimdilik güç yetiremeyeceğiniz), ama Allah’ın kuşatıp ihata buyurduğu (kudret ve rahmet hazinesinde hazır bulundurduğu ve ileride kavuşacağınız; devlet, izzet, servet ve cennet gibi daha birçok ganimet ve faziletler de va’ad etmiştir. Ki) Allah (CC) her şeye Kâdir’dir.
-
48:22
وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا
Şayet kâfirler (Hudeybiye Anlaşmasına yanaşmayıp da) sizinle savaşsalardı, yine kesinlikle arkalarına dönüp kaçacaklardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamayacaklardı.
-
48:23
سُنَّةَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًا
(İşte bu) Allah’ın öteden beri süregelen kanunu (ve imtihan programıdır ki: Hakk namına biat ve hayırda itaat şuuruyla cihad edenleri mutlaka zafere ulaştıracak, inkârcıları ve dönek-hain münafıkları ise mahvu perişan kılacaktır.) Allah’ın kanununda (ve ezeli takdir planında) asla bir değişiklik bulamazsın. (Size düşen Allah'ın Kitabına ve imtihan şartlarına uymak ve sıkıntılara sabırla katlanmaktır. Bugünkü zalim düzenler de her halde yıkılacak ve hainler hak ettikleri akıbete uğrayacaklardır.)
-
48:24
وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرًا
Ve O (Allah CC), Mekke vadisinde (Hudeybiye’de ve kıyamete kadar her dönemde) kâfirlere karşı Sana zafer verdikten sonra; onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çektirip (huzur ve güven ortamı sağlayandır.) Ve Allah, her ne yaparsanız hakkıyla görüp durmakta (ve kayıt altına aldırmakta)dır.
-
48:25
هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفًا اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا
(O müşrikler ve zalimler) Onlar ki (Hakkı) inkâr edip (kâfir olanlar) ve sizin Kâbe’yi ziyaretinizi ve bekletilen hediyeleri (kurbanları) yerlerine (Mina’ya) iletilmesini engelleyip alıkoyanlardır. Eğer (bazı mazeret ve mecburiyetlerle hicret edemediklerinden dolayı hâlâ Mekke’de bulunup) kendilerini henüz tanımadığınız (bazı) mü’min erkeklerle mü’min kadınları, bilmeyerek çiğnemeniz (kâfir zannedip öldürmeniz) sebebiyle vicdan azabına kapılmanız ve kınanmanız ihtimali olmasaydı (Allah savaşı önlemez ve barış yapmanıza izin çıkmazdı.) Dilediğine rahmet etmesi (pek çok Mekkeli müşriki hidayete erdirmesi) için Allah böyle yapmıştır. Şayet onlar (Mekke’deki gizli mü’minlerle müşrikler) birbirinden açıkça seçilip ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elim bir azaba hemen çarptırırdık.
-
48:26
اِذْ جَعَلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا۟
(Hudeybiye’de Müslümanlarla barış imzalamaya mecbur kalan, ama bunun ezikliğini çok ağır şartlar koşarak gidermeye çalışan) Kâfirler, kalplerinde o (şeytani) hamiyet gururunu (kavmiyetçilik ve ataperestlik taassubunu) ve cahiliye damarını kabartıp kaynattıkları zaman, Allah (CC) Peygamberinin ve mü’minlerin üzerine sabır ve sükûnet indirip (onları rahatlattı). Ve onların takva kelimesi (Peygambere, Hakk dava ve devlet liderine Allah için biat ve itaat sözleri) üzerinde kararlılıkla durmalarını sağladı. Zaten onlar (sadık sahabiler ve mü’minler) buna oldukça layık ve ehil (insanlar konumundalar)dı. (Yani sadakat ve liyakat ehli başarıya ulaşırlardı.) Allah (CC) her şeyi (ve herkesi) hakkıyla Bilendir.
-
48:27
لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَر۪يبًا
Yemin olsun ki Allah, Resulü’nün (Hudeybiye seferi öncesi, ashabıyla birlikte Beytullah’ı ziyaret ettiklerini müjdeleyen) haklı (ve hayırlı) rüyasını doğru çıkardı. Ve Allah’ın izniyle (huzur ve) emniyet içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak korkusuz (ve kaygısız) bir şekilde Mescid-i Haram’a mutlaka gireceksiniz (buyurduğu va’adini tamamladı. Resulüllah’ın rüyasının gerçekleşmesi biraz gecikti ise de, bunun da pek çok hikmetleri vardı.) Allah sizin bilmediklerinizi de bilir. İşte bakın bundan önce size yakın bir fetih vermiş, (sonu çok hayırlı ve hikmetli olacak Hudeybiye Barışını ve Hayber zaferini lütfetmiş)tir.
-
48:28
هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ
(Her çağda ve her koşulda) Bütün dinlerden (ve düzenlerden) üstün (ve hâkim) kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve Hakk Din ile gönderen O’dur. (Bu hükmünü gerçekleştirmek ve kullarının Hakk’tan mı bâtıldan mı taraf olduğunu imtihan edip seçmek üzere) Şahit (gözetleyici ve değerlendirici) olarak Allah (CC) yeterlidir.
-
48:29
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًاۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚۛ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا
(Elbette ve kesinlikle Hz.) Muhammed (SAV) Allah’ın Resulüdür; beraberinde bulunanlar (ve kıyamete kadar Onun yanında ve yolunda olanlar) da; inkârcı (zalimlere) karşı şiddetli (cesaretli, mert ve metin), kendi aralarında ise (gayet müsamahalı ve) merhametlidirler. Onları rükû ve secde ederek (her hizmet ve ibadetlerinde sadece) Allah’ın fazlını (lütfu ihsanını) ve rızasını ararken görürsün. Onların nişanları, (nurlu) yüzlerindeki secde izleridir. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Sanki bir ekin (tohum kabuğunu) yarıp filizlerini çıkarmış, gittikçe onu (bitki fidesini ve gövdesini) kuvvetlendirerek kalınlaşmış, derken sapları üzerine doğrulup boy atmıştır. Ki bu durum (emek çeken) ziraatçıların da hoşuna gider. Allah’ın (mü’minleri ve İslami hareketleri böyle tedricen geliştirip güçlendirmesi) bunlarla kâfirleri öfkelendirmek (ve zalimleri kahretmek) içindir. (Ama onlardan, sonunda inadından ve inkârından dönüp) İman eden ve salih ameller işleyenlere Allah (yine de) mağfiret ve büyük mükâfat va’ad etmiştir.
-
60:12
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـًٔا وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Ey Nebi(m)! Mü'min kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinaya bulaşmamak, çocuklarını öldürmeye kalkışmamak, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp-uydurmamak (gayrimeşru olan bir çocuğu kocalarına dayandırmamak), ma'ruf (iyi, güzel ve yararlı bir iş) konusunda isyan ve itirazdan sakınmak üzere, Sana biat etmek amacıyla geldikleri zaman, onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret iste. (Çünkü İslam’ın adalet düzeninde, kadınlar da erkekler gibi hür ve asil bireylerdir.) Şüphesiz Allah, çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.
-
48:1
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ
-
48:2
لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ
-
48:3
وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَز۪يزًا
-
48:4
هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ ف۪ي قُلُوبِ الْمُؤْمِن۪ينَ لِيَزْدَادُٓوا ا۪يمَانًا مَعَ ا۪يمَانِهِمْۜ وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًاۙ
-
48:5
لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عِنْدَ اللّٰهِ فَوْزًا عَظ۪يمًاۙ
-
48:6
وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّٓانّ۪ينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِۜ عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًا
-
48:7
وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا
-
48:8
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ
-
48:9
لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُۜ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا
-
48:10
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟
-
48:11
سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَٓا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَاۚ يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعًاۜ بَلْ كَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا
-
48:12
بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ اَبَدًا وَزُيِّنَ ذٰلِكَ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِۚ وَكُنْتُمْ قَوْمًا بُورًا
-
48:13
وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يرًا
-
48:14
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
-
48:15
سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْۚ يُر۪يدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِۜ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُۚ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَاۜ بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلًا
-
48:16
قُلْ لِلْمُخَلَّف۪ينَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَۚ فَاِنْ تُط۪يعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْرًا حَسَنًاۚ وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا
-
48:17
لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا اَل۪يمًا۟
-
48:18
لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحًا قَر۪يبًاۙ
-
48:19
وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا
-
48:20
وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَث۪يرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِه۪ وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْۚ وَلِتَكُونَ اٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ
-
48:21
وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرًا
-
48:22
وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا
-
48:23
سُنَّةَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًا
-
48:24
وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرًا
-
48:25
هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفًا اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا
-
48:26
اِذْ جَعَلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا۟
-
48:27
لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَر۪يبًا
-
48:28
هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ
-
48:29
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًاۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚۛ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا
-
60:12
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـًٔا وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ