-
68:16
Yakında Biz onun hortumu (burnu) üzerine (zillet ve rezalet) damgası vurup (bu kötü gidişatı değiştireceğiz; bunların kinlerini ve kirli yönlerini herkese göstereceğiz).
-
68:17
Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik (vereceğiz). Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. [Not: “Sarm”: Bağ kesmek, üzüm ve meyve devşirmek anlamına geldiği gibi, bir şeyi kökünden kesip koparmak ve tamamen ayırmak anlamına da gelir. Bunlar gönüllerince bağın kendisini değil, meyvesini devşirmeyi kastetmiş olsalar da yeminlerinde şöyle demişlerdir: "Vallahi o bağı sabahleyin mutlaka ve kesinlikle keseceğiz." Oysa bu tamamen kendi ellerinde değildi. Gerek o bağın, gerek kendilerinin sabaha çıkıp çıkmayacaklarını dahi bilemezlerdi. Ama dünyaya düşkünlükleri, davalarını ve kutsallarını istismar etmeleri, kötü niyet ve tıynetleri onları böyle bir gaflet ve hıyanete sürüklemişti.]
-
68:18
(Bu konuda) Hiçbir istisna yapmaya (ve temkinli davranmaya gerek görmemişlerdi.) [Yani, kendi kudret ve güçlerine o kadar güveniyorlardı ki, "Allah'ın izniyle" demeden, "kendi bağlarımızın meyvelerini toplayacağız" diye kesinlikle yemin etme gafletine düşmüşlerdi.]
-
68:19
Fakat onlar uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela-afet onun (bahçesinin, çiftliğinin, atölyesinin, ticarethanesinin ve partisinin-hükümetinin) üstünü sarıp-kuşatıvermişti. [Not: Evet, onlar bu gaflet ve hıyanet içinde iken Rabbin tarafından oluşan ve zalimlerin peşinde dolaşan İlahi bir emir, bir afet o bağın altını üstüne çevirmişti. Bir rivayete göre bağın bulunduğu vadiden bir ateş çıkıp o bağı kökünden yakarak kavurup bitirivermişti.]
-
68:20
Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesilmişti. (Böbürlenip hıyanete yöneldikleri tüm imkânları ve istismar teşkilatları ellerinden gitmişti.)
-
68:21
(Ama onlar bundan habersizdi.) Nihayet sabah vakti birbirlerine (şöyle) seslenmişlerdi:
-
68:22
“Haydin, ekin(leri)nizi ve ürünlerinizi kesecek (devşirecek)seniz (bahçenizin) üzerine erkence ve acelece koşup yetişin” demişlerdi. (Onu ekin biçer gibi kesip bitirmek niyetiyle ve tüm yoksul kesimlerden ve muhtaç kimselerden kaçırmak gayretiyle bahçelerine gittiler, çünkü ondan kimseye bir şey bırakmak istemediklerinden son derece hırslı hareket ettiler.) [Not: Ayette “Hars: Tarla” kelimesinin geçmesi, bahçelerin içerisinde tarlaların bulunduğunu belirtmek için olabilir.]
-
68:23
Derken, aralarında fısıldaşarak (başka zaman kendi hizmetlerini gören ve onların sırtından saltanat sürülen yoksul ve halk kesimlerinden gizlice kaçışarak) çıkıp-gitmişlerdi.
-
68:24
"Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın." (Ürünlerimizin az bir kısmına dahi kimse ortak olmasın, diye düşünmüşlerdi.) [Not: Yani; sakın, bugün aramıza bir yoksul sokulmasın diyorlardı. Oysa ağır işlerde onları çalıştırıyor, yurt savunmasında onları cepheye sürüyor, onların sayesinde güvencede bulunuyorlar, onlardan kuvvet alıyorlar ve saltanat huzurlarını onlarla kurabiliyorlardı. O bağ ve ekine ve onun ürünlerini toplamaya da yine bu halkın sayesinde nail olacaklardı. Düşünmeleri gerekirdi ki o bağ ve ürünleri, fabrika ve üretimleri, kendilerinden önce onu onlara veren ve onlar uyurken onu gözetecek olan Allah'ındı. Onda hem Allah’ın hakkı, hem de Allah'ın yoksul kullarının nice hakları vardı. O yoksulları gözetmek, bu iyiliği bilme alâmeti olmak üzere Allah için onlara ikram edip ihtiyaçlarını gidermek gerekirken; "Sakın yanınıza bir fakir sokulmasın" diyerek nankörlüğe yönelmişlerdi.]
-
68:25
(İstemedikleri her şeyi) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden yola düşmüşlerdi.
-
68:26
Ama onu (bahçeleri tarumar edilmiş) görünce: "Muhakkak biz (gideceğimiz yeri ve yolu) şaşırmışız ve yanlış gelmişiz" demişlerdi.
-
68:27
(Derken gerçeği anlayıp) "Hayır, biz (her şeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık" (diye pişman ve perişan vaziyette çöküvermişlerdi).
-
68:28
(İçlerinde) Mutedil (insaf ehli ve adaletli, orta halli) olan biri şunları söylemişti: "Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) tesbih edip yüceltmeniz (bunca nimet ve fazilete karşı Allah’ın ve yoksul kulların hakkını vermeniz) gerekmez miydi?"
-
68:29
(Sonunda artık faydasız bir nedametle:) "Rabbimiz Seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz" deyip (dizlerini dövmeye girişmişlerdi.)
-
68:30
Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başlamışlardı (ama iş işten geçmişti.)
-
68:31
“Yazıklar olsun bize, gerçekten azgınlar ve haktan sapkınlarmışız!” diye (yakınıp dövünmüşlerdi.)
-
68:32
(Ardından çaresiz) "Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz (diyerek kendilerini teselliye yönelmişlerdi)." [Not: Bu ayetlerde belirtilen “Ashabul Cennet-bahçe-bağ sahipleri” bir temsil ve teşbih (benzetme) olup günümüzdeki: bazı çiftlik-tarla, fabrika, banka, mağaza ve maden ocakları sahipleri gibi; işçisinin, emeklisinin, fakirlerin ve yoksul kesimlerin hakkını gasp eden, Allah yolunda infaktan vazgeçen vicdansız zenginleri, holdingleri ve tröstleri, hain ve zalim yöneticileri hatırlatmaktadır. Bu tip şahsiyet, şirket ve devletlerin başına gelen yangın, deprem ve tsunami musibetleri, kuraklık, artan sıcaklık, yaygın kıtlık ve hastalık gibi doğal afetler, isyan, işgal, anarşi gibi sosyal felaketler ve yılların, asırların birikimlerini bir anda mahveden küresel krizler, Kur’an’da anlatılan beliyyelerin çağımızdaki uzantılarıdır. Ayrıca: “Cennet” kelimesi, Arapça “cinn-gizlenen görünmez olan” kökünden kaynaklanır. Ağaç yaprakları tarlayı kapsayıp altını gizledikleri ve görünmez hale getirdikleri için bağ ve bahçeye “cennet” ismi konulmaktadır.]
-
68:33
İşte (dünyada) azap böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; ah eğer bir bilselerdi...
-
68:34
Doğrusu, müttaki olanlar için Rableri katında nimetlerle donatılmış cennetler vardır (ve asıl kalıcı yurt orasıdır.)
-
68:35
Öyleyse (Biz, samimi ve gayret ehli) Müslümanları, suçlu-günahkâr (facir) olanlar gibi kılar mıyız? (İtaatkâr sadıklarla, isyankâr sahtekârları bir mi tutarız sanılmaktadır?)
-
68:36
Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? (Ey gafiller, kendi vehim ve tahminlerinizi mutlak hakikat yerine nasıl koyuyor ve neyinize güveniyorsunuz? Biz mazlumların ahını ve mücahit kullarımın hakkını yerde bırakır mıyız? Bu nasıl bir yanılgıdır?)
-
68:37
Yoksa (elinizde size özel) dersler okuduğunuz ve içinde, (kimsenin bilmeyeceği sırları bulduğunuz Kur’an dışında) bir kitap mı vardır?
-
68:38
İçinde, (her) neyi seçip-beğenirseniz, (o) mutlaka sizin olacak diye (mi yazmaktadır?)
-
68:39
Yoksa sizin için, üzerimizde kıyamete kadar devam edecek (ve tarafımızdan mecburen yerine getirilecek) bir yemin(imiz) mi var ki, ne (şekilde) hüküm verirseniz, kesinlikle sizin (dediğiniz) olacak (ve her şey size kalacak)tır (gibi kof bir gurur ve kuruntu ile davranılmaktadır)?
-
68:40
(Ey Resulüm!) Onlara sor: “İçlerinden hangisi bunlara (kefil olacak, sorumluluğunu alacak ve) savunuculuğunu yapacaktır?” [Not: Burada "Zaîm" kelimesi kullanılmaktadır. Arapçada bu kelime, başkasına kefil olan, zimmetini alan, bir topluluğa sözcülük yapan kimse anlamındadır.]
-
68:41
Yoksa onların (bu dediklerini yapacak, Allah’tan başka) ortakları mı bulunmaktadır? Şu halde eğer doğru sözlü kimselerse, ortaklarını getirsinler (de bakalım.)
-
68:42
Ayağın üstünden (örtünün) kayıp açılacağı (bütün gizli gerçeklerin ortaya çıkacağı) ve onların secdeye çağrılacakları gün (isteseler de artık bunu yapamayacaklar.) Çünkü hepsi (kendilerini ve avanelerini kurtarmaya) güç yetiremez (hale düşmüş durumdadırlar.)