504. Sayfa

26. Cüz

  • 46:21

    وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ

    (Onlara) Ad'ın kardeşini (Hz. Hud’u) hatırlat ki; onun önünden ve ardından nice uyarıcılar gelip geçmişti; hani o, Ahkaf'taki (Yemen civarında çöl bölgelerindeki kumlu tepelerin bulunduğu diyardaki) kavmini: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, gerçekten ben, sizin için (dehşeti) büyük bir günün azabından korkarım" diye uyarmıştı.

  • 46:22

    قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ اٰلِهَتِنَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

    (Onlar ise:) "Sen bizi ilahlarımızdan çevirmek (alışageldiğimiz hayat tarzımızı değiştirmek) için mi bize geldin? Şu halde eğer doğru söylüyorsan, tehdit ettiğin şeyi bize getir (de görelim) diye (karşı çıkmışlardı)."

  • 46:23

    قَالَ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۘ وَاُبَلِّغُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ

    (Hz. Hud: Onunla ilgili) "İlim ancak Allah katındadır. (Felaket ve kıyamet bilgisi Allah’ın yanındadır.) Ben sadece size gönderildiğim şeyi (imani ve ahlâki gerçekleri) tebliğ ediyorum; ancak sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum" demiş (ve o azgın kavminden uzaklaşmıştı).

  • 46:24

    فَلَمَّا رَاَوْهُ عَارِضًا مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْۙ قَالُوا هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَاۜ بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُمْ بِه۪ۜ ر۪يحٌ ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ

    Derken, onu (azabı ve yıkımı) kendi vadilerine doğru yönelerek gelen bir bulut şeklinde gördükleri zaman, (işte herhalde) "Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur" demişlerdi. (Ve boşuna sevinmişlerdi. Zaferi ve izzeti; İslami cihadda değil, zalim güçlere yaranmakta arayanların boş umutları ve kuruntuları, rahmet zannedilen musibet bulutları gibidir.) Hayır o, kendisi için acele ettiğiniz (felaket olayıdır. Bu öyle) bir rüzgârdır ki (zafer ve bereket sanıldığı halde;) onda acı bir azap (ve yıkım) vardır. (Ve sizi kum fırtınasıyla boğacaktır!)

  • 46:25

    تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِاَمْرِ رَبِّهَا فَاَصْبَحُوا لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ

    O, Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden (bir âfattır). Böylece (o korkunç kasırga yüzünden) meskenlerinden başka, hiçbir şey(leri) görünemez duruma düşmüş (ve perperişan olmuşlardı). İşte Biz, suçlu-günahkâr bir kavmi böyle cezalandırırız.

  • 46:26

    وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ ف۪يمَٓا اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَاَبْصَارًا وَاَفْـِٔدَةًۘ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَٓا اَبْصَارُهُمْ وَلَٓا اَفْـِٔدَتُهُمْ مِنْ شَيْءٍ اِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

    Andolsun Biz onları, sizlere sağlamadığımız (hususi ve görkemli) mekânlarda (size vermediğimiz güç ve iktidar imkânlarıyla) yerleşik kılmıştık. (Ayrıca) Onlara (dönemlerinin standartları üstünde özel yöntem ve sistemlerle uzaklardan) işitme, görme (araçları) ve gönüller (zihni kapasiteler yardımcı) kılmıştık (bir çeşit uydu, radar ve istihbarat imkânları bağışlamıştık). Ancak ne işitme, ne görme (araçları) ve ne gönülleri (zihni yeteneklerinin) kendilerine (itiraz ve isyanları yüzünden gelen musibetleri önlemekte) herhangi bir yararı olmamıştı. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini (emirlerini ve hükümlerini) inkâr ediyorlardı. (Sonunda) Alay konusu edindikleri şey, onları sarıp-kuşatmıştı (ve Allah’ın kahrından kurtulamamışlardı).

  • 46:27

    وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرٰى وَصَرَّفْنَا الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

    Andolsun, Biz çevrenizde bulunan (ülke ve) şehirlerden (birçoğunu) yıkıma uğratmışız ve belki (inkâr ve inattan) dönerler diye (daha önce) ayetleri çeşitli şekillerde açıklamaktayız.

  • 46:28

    فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ قُرْبَانًا اٰلِهَةًۜ بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْۚ وَذٰلِكَ اِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

    Bu durumda, Allah'ı bırakıp yakınlık (sağlamak) için edindikleri ilahlar, (sahte hocalar, şefaatçiler) onlara yardım etselerdi ya. Bilakis, onlar kendilerinden kaybolup gittiler. (Zaten) Bu (sahte ilahlar ve onlara yükledikleri sıfatlar, sadece) onların yalanları ve uydurduklarıdır.