-
43:23
وَكَذٰلِكَ مَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَذ۪يرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُقْتَدُونَ
İşte böyle, Senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım ki; mutlaka oranın 'varlık ve rahatlık içinde şımarıp azan önde gelenleri': "Gerçekten biz, atalarımızı (hangi) ümmet (din) üzerinde bulduk ise, doğrusu biz de, (şimdi) onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz" demiş olmasınlardı.
-
43:24
قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكُمْ بِاَهْدٰى مِمَّا وَجَدْتُمْ عَلَيْهِ اٰبَٓاءَكُمْۜ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ
(O peygamberlerden her biri de onlara şöyle) Demişti: “Ben size atalarınızı (babalarınızı) üstünde bulduğunuz şeyden (uydurma din ve düzenden) daha doğru olanını getirmiş olsam da mı (yine hâlâ bâtıl yolda inat edeceksiniz?)” Onlar da demişlerdi ki: “Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye (Kur’ani emirlere karşı, kasten ve peşinen inkâr edip) kâfir olanlarız.” [Not: Kurulu zulüm çarkından makam ve menfaate kavuşan varlıklı ve ayrıcalıklı tabaka ise, bu düzenin atalarının eseri ve kutsal mirası olduğunu ve bunu değiştirmek ve düzeltmek isteyenlerin kötü niyetler peşinde koştuğunu söyleyip, toplumu aldatmaktadırlar.]
-
43:25
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ۟
Böylece Biz de onlardan intikam aldık. Şimdi bir bak; (Hakk Dini ve elçileri) yalan sayanların sonu nasıl olmuş (durumdadır)?
-
43:26
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ٓ اِنَّن۪ي بَرَٓاءٌ مِمَّا تَعْبُدُونَۙ
Hani İbrahim babasına ve kendi kavmine demişti ki: "Şüphesiz ben, sizin taptıklarınızdan uzağım."
-
43:27
اِلَّا الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي فَاِنَّهُ سَيَهْد۪ينِ
"(Ancak) Beni yaratan (Rabbim) başkadır. İşte O beni hidayete yöneltip-iletecek" (ve doğru yola ulaştıracaktır.)
-
43:28
وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً ف۪ي عَقِبِه۪ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Ve (Allah) bunu (Hz. İbrahim’in bu tevhid inancını), belki (insanlar Allah'a) dönerler diye ardında (kendi soyunda) kalıcı bir kelime (Millet-i İbrahim) olarak kıldı-bıraktı.
-
43:29
بَلْ مَتَّعْتُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُب۪ينٌ
Oysa, doğrusu Ben onları (inkârcıları) ve atalarını, kendilerine Hakk (bildirilinceye) ve açıklayan bir elçi gelinceye kadar metalandırdım (yararlandırıp) yaşattım.
-
43:30
وَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ وَاِنَّا بِه۪ كَافِرُونَ
Fakat kendilerine Hakk gelince; "Bu bir büyüdür, kesinlikle biz ona (karşı) kâfir olanlarız" deyip (çıkmışlardı).
-
43:31
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظ۪يمٍ
(Başka bahane bulamayan müşrikler) “Bu Kur’an (Hz. Muhammed yerine) iki şehirden birinin (beylerine ve) büyüklerine (Mekke ve Taif’ten servet ve riyaset yönünden önde gelen bir kişiye) indirilmeli değil miydi?” diyorlardı.
-
43:32
اَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَۜ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَع۪يشَتَهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّاۜ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
(Ey Resulüm!) Rabbinin rahmetini (ve kullarına faziletini) kendileri (servet ve siyaset sahipleri) mi bölüştürüyorlar? (Ki kendilerini işçi ve ücretlilerden ve halk kesiminden üstün görüyorlardı.) Halbuki dünya hayatında insanların geçimlerini (ve kazanç biçimlerini) Biz taksim (ve takdir) ettik ve birbirlerini işçi tutup çalıştırabilsin ve (böylece nizâm-ı âlem korunabilsin) diye, kimini kimine (servet, kuvvet ve kabiliyet yönünden) derece derece üstün kıldık. (Eğer bilseler) Rabbinin rahmet (ve mükâfatı, o servet ve sermaye sahiplerinin; işçilerin, hizmetlilerinin ve fakirlerin hakkını keserek) biriktirdikleri şeylerden çok daha hayırlıdır.
-
43:33
وَلَوْلَٓا اَنْ يَكُونَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَۙ
Eğer insanlar (Allah'a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olarak (şeytana hizmet edecek) olmasalardı, Rahman'ı (Allah'ı) inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar (göz alıcı süslemeler) ve üzerinde çıkıp-yükselecekleri merdivenler (asansörler) yapardık.