428. Sayfa

22. Cüz

  • 34:8

    اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلِ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ

    (Halbuki O Peygamber, hâşâ) "Allah'a karşı yalan mı düzüp uyduruyor, yoksa kendisinde bir delilik mi bulunuyor?" (Ki böyle asılsız iddialar ortaya atılmaktadır.) Hayır, ahirete inanmayanlar, (akli ve kalbi bir) azap içinde ve uzak bir sapkınlık ve şaşkınlık (üzerinde kıvranıp durmaktadırlar).

  • 34:9

    اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟

    Onlar, (son sistem teknolojik aletlerle) gökten ve yerden (tabiat ve kâinat düzenine bakıp da) önlerinde ve arkalarında olanı (uzaydaki ve dünyadaki bu harika yaratılışı hâlâ) görmüyorlar mı? Eğer Biz dilersek, onları yerin dibine geçirir, ya da gökten üzerlerine parçalar çökertiriz (de mahvolup giderler). Hiç şüphesiz, bunda (dünya ve kâinat nizamında) 'gönülden (Allah'a) yönelen' her kul için nice ayet ve ibretler vardır.

  • 34:10

    وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلًاۜ يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙ

    Andolsun, Biz Davud'a tarafımızdan bir fazilet (üstün nimet ve inayet) verdik. "Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin (ve tüm gizli hazine ve madenlerinizi hizmetine serin" dedik). Ve kuşlara da (aynısını emrettik). Ve ona (ayrıca) demiri yumuşatıp (emriyle istediği gibi büküp şekillendirdik).

  • 34:11

    اَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

    "(Ey Davud!) Geniş zırhlar imal et; (onları) düzenli bir biçime sok (ölçülü şekilde üret) ve hepiniz böyle salih (hayırlı ve yararlı) ameller işleyin. Gerçekten Ben, sizin yaptıklarınızı Görenim" (diye vahyettik).

  • 34:12

    وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌۚ وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِۜ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۜ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ اَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّع۪يرِ

    Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgâra (boyun eğdirdik. Saatte yaklaşık 800 km hızla yol alan, kendisini ve askerlerini taşıyan yelkenli ahşap gemi benzeri bir hava aracı mucizesini ona verdik); erimiş bakır madenini de ona sel gibi akıtıp (katran ve maden kaynaklarından istediği gibi istifade ettirdik). Onun eli altında Rabbinin izniyle (çetin ve çeşitli) işler gören bir kısım cinnler de vardı. Onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından (lazer cinsi yakıcı ışın tuzağından) tattırırdık.

  • 34:13

    يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَٓاءُ مِنْ مَحَار۪يبَ وَتَمَاث۪يلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍۜ اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُ۫دَ شُكْرًاۜ وَقَل۪يلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ

    Onlar (cinn ustalar) ona (Süleyman’a) dilediği şekilde meharib (mihrablar, içinde düşmanlardan korunulacak ve Allah’a ibadet olunacak kaleler ve saraylar), heykeller (mermerden ve madenlerden oyuncaklar, hayvanlar ve süs eşyaları), havuz şeklinde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. “Ey Davud ailesi, artık şükrederek çalışın!” Zira kullarımdan şükredenler (nimet ve fırsatlarımın gereğini yerine getirenler) pek azdır (diye uyarmıştık).

  • 34:14

    فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ

    Vaktâki onun ölümüne karar verdiğimiz zaman, (vefat ettiği halde, asasına dayalı olarak günlerce ayakta tutulan Hz. Süleyman’ın) ölümünü onlara (cinn takımına, ancak) asasını yemekte olan bir ağaç kurdu fark ettirmişti. (Hz. Süleyman’ın dayandığı değnek kırılıp yere düşünceye kadar, cinnler onun öldüğünü anlamamışlardı.) Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinnler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılayıcı bir azap içinde kalıp (bu utancı yaşayıp) durmazlardı.