330. Sayfa

17. Cüz

  • 21:102

    لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ

    Onun (cehennemin korkunç) uğultusunu bile işitmeyeceklerdir. Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebediliğe erişeceklerdir.

  • 21:103

    لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

    (Ahiretteki) O en büyük korku (dehşetli şaşkınlık, ürküntü ve telaş ortamı bile) onları hüzne sürüklemeyecek ve: “(Gözünüz aydın) İşte bu sizin (en kutlu mutluluk) gününüzdür ki, size va'ad edilmişti” diye melekler onları karşılayıp (sevindireceklerdir).

  • 21:104

    يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْدًا عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ

    Bizim, (tüm tabakalarıyla) göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette, Biz bunu yapıvereceğiz. [Not: Bu ayet yerkürenin ve bütün göklerin elektrik-enerji sinyallerinden oluşan bir film şeridi gibi olduğuna işaret etmektedir.]

  • 21:105

    وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ

    Yemin olsun ki Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yazıp (belirttik ve Kur’an’da da va’ad ettik) ki: “(Sonunda) Yeryüzüne mutlaka salih kullarım varis olacak (galibiyet ve hâkimiyet, mü’min ve mücahitlerin eline geçecek)tir.”

  • 21:106

    اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ

    Gerçek şu ki kulluk (şuuru ve sorumluluğuyla hareket) eden (Allah’a teslimiyet ve ubudiyet gösteren) bir topluluk için Bunda (Kur'an'da) ‘belağ=açık bir mesaj' verilmiştir (veya gerçek çıkış yolları gösterilmiştir).

  • 21:107

    وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ

    (Ey Nebim!) Biz Seni (ve Kur’an-ı Kerim’i) bütün âlemlere (ve dönemlere) rahmet (vesilesi ve selamet rehberi) olarak gönderdik.

  • 21:108

    قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

    De ki: “Gerçekten Bana: ‘Sizin İlahınız (Zatına ibadet ve dua yapacağınız, koyduğu kanunlara uyacağınız, sadece O’nun rızasını arayacağınız ve her sıkıntıda O’na sığınıp yardım umacağınız) yalnızca bir tek İlahtır’ diye vahyolunuyor; artık siz (gerçek ve samimi) Müslüman (olacak, davetime ve tebliğ ettiklerime uyacak) mısınız (söyleyin)?”

  • 21:109

    فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ

    Buna rağmen yüz çevirecek olurlarsa, de ki: "Size eşitlik üzere (zengin fakir, güçlü zayıf ayırt etmeden hepinizi Allah’ın kulları bilerek) açıklamada bulundum. (Artık vaid) Tehdit edildiğiniz (sorgu ve azap günü) yakın mı, uzak mı, Ben bilemem (ama bunlar kesindir ve mutlaka gelecektir.)"

  • 21:110

    اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ

    "Şüphesiz O (Allah), sözün açıkça konuşulanını da bilmekte, (gizleyip) saklamakta olduklarınızı da bilmektedir."

  • 21:111

    وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

    “Bilmiyorum, belki de O (Allah) sizi denemek (üzere) bir süreye kadar yaşatmak ve yararlandırmak için (mühlet) vermektedir.” (Yani; azabın ertelenmesi ve insanlara mühlet verilmesi, onları imtihan etmek ve belli bir süreye kadar dünya nimetleriyle eğlendirmek içindir.)

  • 21:112

    قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ

    (Ve nihayet Peygamber) Dedi ki: “Rabbim (aramızda) Hakk ile (adaletle) hükmet! (Zaten) Bizim Rabbimiz, sizin her türlü (akıl ve ahlâk dışı) nitelendirmelerinize karşı yardımına sığınılan Rahman’dır (ki bizi terk etmeyecektir.)