-
18:54
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ اَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا
Andolsun, Biz bu Kur’an'da insanlar için (ders alınmak üzere) her örnekten çeşitli (misaller anlatıp) açıklamalarda bulunduk. (Ama) İnsanoğlu çoğunlukla (haklı haksız) her konuda (ve boşuna) tartışmaya pek meraklıdır (gerçeği ve görevini bırakıp alâkasız işlerin peşine düşmektedir).
-
18:55
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا
Kendilerine hidayet geldiği (Peygamber ve Kitap gönderildiği) zaman, (genellikle) insanları iman etmekten ve Rablerinden bağışlanma dilemelerinden alıkoyan şey; ancak evvelkilerin sünnetinin (geçmiş ümmetlerin hak ettikleri felaketin) kendilerine de gelmesini (istemeleri; yani “Bize hiçbir musibet erişmeyecek” gafletine düşmeleri) veya azabın onları ansızın yetişip enselemesi(ni beklemeleri)dir.
-
18:56
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ وَيُجَادِلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَمَٓا اُنْذِرُوا هُزُوًا
(Oysa) Biz elçileri, müjde vericiler ve uyarıcılar olmak dışında (başka bir amaçla) göndermeyiz. Kâfirler ise, Hakkı bâtıl ile geçersiz kılmak için mücadeleye girişmektedirler. Onlar Benim ayetlerimi ve uyarıldıklarını (azabı) alay konusu edinmektedirler.
-
18:57
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُۜ اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذًا اَبَدًا
Kendisine Rabbinin ayetleri (Kur’an’ın hakikatleri) öğütle hatırlatıldığı zaman (bunlar sıradan insanlar içindir, ben seçkin birisiyim düşüncesiyle) sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdiklerini (daha önce işlediği kötülüklerini) unutan (ve kendini tertemiz sanan) kimseden daha zalim kimdir? (Bu enaniyet ve hıyanetleri yüzünden) Kalpleri üzerine Onu (Kur’an’ı) kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde, kulaklarına da bir ağırlık koyduk (artık kalplerinde ağırlık, kulaklarında sağırlık vardır). Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayete erişemeyeceklerdir.
-
18:58
وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِۜ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَۜ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِه۪ مَوْئِلًا
Senin Rabbin Rahmet sahibi (ve) Bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (bela ve musibetlerle hemen) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir (buluşma ve hesap sorma) zamanı elbet vardır, (o gün) O’nun (Allah’ın) dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır.
-
18:59
وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِدًا۟
İşte şu (harabeleri ibret vesikası olarak duran) şehirler (ve kavimler)! Ne zaman zulme saptılarsa Biz onları helak ettik. Ancak yıkımları için de, belli bir vakte kadar onlara mühlet vermiştik. (Onlar bunu kendi hayırlarına ve akıllılıklarına yormuşlardı.)
-
18:60
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِفَتٰيهُ لَٓا اَبْرَحُ حَتّٰٓى اَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ اَوْ اَمْضِيَ حُقُبًا
Hani, bir vakitler (Hz.) Musa (hizmetindeki) genç adamına (ki isminin Yuşa bin Nun olduğu rivayet edilir.) demişti ki: “(İlmi Ledün sahibi, kader ve hikmet ilmine vakıf Hz. Hızır’ı buluncaya kadar) Hiç durmayıp, ta iki denizin birleştiği (şeriat ve hakikat ilminin kendisine verildiği, müspet ilimlerle manevi ilimlerin birlikte öğretildiği Zat’a da işaret olunabilir) yere ulaşacağım veya bu yolda uzun bir zaman yürüyüp (onu arayıp bulmaya çalışacağım)!”
-
18:61
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَب۪يلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا
Derken (yola çıkıp yürüdüler ve) iki denizin kavşağına vardıklarında (pişirmek üzere tuttukları balığı kokmasın diye, bir su birikintisine bıraktılar). Ancak bu balığı orada unuttular ve balık (sıyrılıp bir iz bırakarak) denizde yolunu tutup (kaçmıştı).