-
18:16
وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ فَأْوُ۫ٓا اِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقًا
(Bunun üzerine zalim Kralın zulmünden korunmaları için biri onlara şöyle demişti:) “Mademki siz onlardan ve onların Allah’tan başka tapındıklarından (putlarından ve tağuti nizamlarından) ayrılıp uzaklaştınız; o halde (hemen buradan kaçıp, emniyetli ve gizli bir) mağaraya sığının ki, Rabbiniz Kendi rahmetinden (sizin şeref ve şöhretinizi) yaysın ve (şu Hakkı savunmak ve küfre teslim olmamak) işiniz ve gayretinizden dolayı size yararlı şeyler hazırlasın.”
-
18:17
وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُرْشِدًا۟
(Kehf Ashabına mağarada uyurken baksaydın) Görürdün ki, Güneş doğduğunda, mağaralarına sağ yandan yönelir; battığında onları sol yandan keser-geçerdi (sürekli sağa sola çevrilerek vücutlarının ezilmesi önlenirdi) ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğunda (uyuyuvermektelerdi). Bu, Allah'ın (kudret ve hikmet) ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi (de küfre ve kötülüğe kaydığı için) saptırırsa onun için asla doğru-yolu gösterici bir veli bulamazsın.
-
18:18
وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌۗ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا
(Mağarada iken baksaydın) Sen onları uyanık sanırdın, (halbuki) onlar (derin bir rüyada gibi) uyumuşlardı. Biz onları (her gün) sağ yana ve sol yana çevirip duruyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. (Oysa) Sen onlara muttali (ve durumlarına vakıf olmak için) üzerlerine varsaydın, (bu sefer ölmüşler zannederek) geri dönüp onlardan kaçardın ve onlardan (dolayı) içini korku kaplardı.
-
18:19
وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَدًا
Derken, aralarında bir sorgulama yapsınlar (ve Allah’ın hikmet ve kudretini kavrasınlar) diye onları diriltip (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "(Biliyor musunuz, acaba burada) Ne kadar kaldınız?" (Diğerleri) Dediler ki: "(Herhalde) Bir gün veya günün bir(kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." (Bu sefer) Diğer bir kısmı: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir..." demişlerdi. "Şimdi içinizden birinizi, (yanınızdaki) bu (gümüş) paranızla, şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek temiz (taze ve tabii) ise, size ondan rızık getirsin. Ama çok dikkatli ve temkinli hareket etsin ve sakın sizi kimseye sezdirmesin" diye uyarmışlardı.
-
18:20
اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذًا اَبَدًا
“Çünkü onlar (şehir halkı) üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi (tanıyıp) taşa tutarak (öldürürler) veya (bâtıl) dinlerine geri çevirirler; bu durumda ise ebedi olarak (felaha) kurtuluşa ulaşamazsınız.”