-
11:6
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki; her türlü rızkı (ve ihtiyacı) Allah’a ait olmasın. (Tek hücreli canlılardan balinalara kadar) Onun yuvasını ve yaşadığı yeri de, gezip dolaştığı geçici yerleri de her an bilir. (Ve zaten) Bunların hepsi, her şeyi açıklayan (ve kayıt altına alan) bir kitabın içindedir.
-
11:7
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
O’nun (Allah’ın) Arş’ı (kudret sanatı ve saltanatı), su üzerinde (henüz bütün âlem enerji -nur- parçacıklarından oluşan gaz ve toz bulutu halinde ve içinde buhar taşıyan vaziyette) iken; amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günlerde (dönemde) yaratan O’dur. Andolsun Sen onlara; “Gerçekten siz ölümden sonra diriltileceksiniz” dediğinde inkârcılar; “Bu açıkça (aldatmaca bir) sihirden (ve bizi etki altına alma girişiminden) başka bir şey değildir” derler. [Not: Ayetlerde gün=yevm yerine; eyyam=günler geçtiği için biz buna “dönem” manası verdik.]
-
11:8
وَلَئِنْ اَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِلٰٓى اُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُۜ اَلَا يَوْمَ يَأْت۪يهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Andolsun muayyen bir taifeye (veya belirli bir süreye) kadar onlardan azabı erteleyecek olursak; hemen hepsi birden; “O'nu engelleyen nedir? (Hadi cezamızı verse ya!)” derler. Şunu iyi bilin ki; onlara bu azabın geleceği (ve şeytani iktidarlarının devrileceği) gün (kesindir) ve bu, onlardan asla geri çevrilecek değildir. Ve alaya aldıkları şey de kendilerini çepeçevre kuşatıp (onları rezil ve zelil edecektir.)
-
11:9
وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ
Andolsun ki eğer Biz insana Kendi katımızdan bir rahmet (nimet ve fazilet) tattırıp; sonra (kıymetini bilsin ve imtihandan geçsin diye) bunu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o (hemen) umudunu kesmiş bir inkârcı nankör (gibi davranmaya, itiraz ve isyana başlayacaktır.)
-
11:10
وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ
Ve andolsun ki (insana) eğer kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra tekrar bir nimet tattırsak (yeniden eski servet ve faziletine döndürecek olsak) yine kesinlikle; “Kötülükler benden (uzaklaşıp) gitti, (kendi bilgim ve becerimle bunu başarıp kurtuldum)” diyerek (gaflet ve cehalete dalacaktır). Çünkü o, çok şımarık (bir şaşkındır ve boş yere) böbürlenip gururlanandır.
-
11:11
اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ
Ancak (hem nimetlere hem de musibetlere karşı) sabredenler ve (Hakka bağlı, halka yararlı) salih ameller işleyenler hariç... İşte bağışlanma ve büyük ecire ulaşma bunlarındır.
-
11:12
فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ اِنَّمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ
(Ey Elçim ve ey Hakk davanın temsilcisi!) Şimdi (inkâr edenlerin ve nasipsizlerin;) “Ona bir hazine indirilmeli veya onunla bir melek gelmeli değil miydi?” demeleri dolayısıyla, göğsün daralıp, belki de Sana vahyolunan (gerçeklerden ve müjdelerden) bir kısmını (onların keyfi için) neredeyse terk edecek hale gelirsin!.. (Unutma ve yolundan geri durma) Sen sadece bir uyarıcısın!.. Allah her şeye Vekîl’dir (ve yeterlidir. Sizin göreviniz Hakkı yaşamak ve yaymaktır.)