-
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
-
2:1
الٓمٓۚ
Elif. Lâm. Mîm.
-
2:2
ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ
Bu (Kur’an), kendisinde asla şüphe (çarpıklık, karışıklık ve yanlışlık) bulunmayan, (ahirete inanan, ona hazırlık yapan, her türlü küfür ve kötülükten sakınıp Allah’ın rızasını arayan) müttakiler için yol gösterici olan bir Kitaptır (ki, mü’minlere hayat ve huzur rehberidir ve Allah’la kulları arasında bir sözleşmedir).
-
2:3
اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ
Onlar; (o müttakiler ki kesinlikle ve içtenlikle) gaybe (yani görmedikleri, ama varlıklarından asla şüphe de etmedikleri gerçeklere) iman edenlerdir, namazı dosdoğru (şuurlu ve huzurlu şekilde kılıp) ikame edenlerdir, ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir. (Helâl ve meşru kazançlarından, Allah rızası için, gerekli yerlere ve ihtiyaç giderici ölçüde verenlerdir. Farklı Din ve kavimden herkesin insanca yaşayacağı Adil bir Düzeni ve devlet disiplinli infak sistemini kurma gayreti güdenlerdir.) [Not: Ğayb; olmayan ve aslı bulunmayan şey değildir, çünkü olmayana iman, akla muhaliftir. Oysa Ğayb; zahiren görünmeyen, ama mevcudiyeti ve etkileri; eserleriyle, tecelli ve tezahürleriyle kesin bilinen ve inkârı akla ve vicdana ters düşen hakikatlerdir.]
-
2:4
وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ
(Ey Resulüm!) Onlar, Sana indirilene (Kur’an-ı Kerim’e), Senden önce indirilenlere (Tevrat ve İncil’in orijinaline) iman edenlerdir ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanıp (hazırlık görenlerdir. Ki gerçek ahiret inancı, hesaptan ve azaptan kurtulma amacı taşımayanlar müttaki mü’minlerden değildir.)
-
2:5
اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
İşte bunlar, Rablerinden olan (iman, ittika ve istikametle kazanılan) bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bu kimselerdir.
-
2:6
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Şüphesiz, (Allah’ın varlığını ve Kur’an’ın haklılığını bile bile, ama işlerine gelmediği için) inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için aynıdır; (onlar asla) iman etmeyeceklerdir. (Çünkü yaratılış ve imtihan şuuru ile kulluk sorumluluğu taşımayan kimselerdir.)
-
2:7
خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟
(Bile bile inkâr, itiraz ve isyan ettiklerinden dolayı) Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; ve gözlerinin üzerine de perde (çekmiştir). Ve büyük azap onlar içindir.
-
2:8
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِن۪ينَۢ
(Dışlanmaktan ve aşağılanmaktan kurtulmak ve Müslümanların elde edeceği nimet ve faziletlerden yararlanmak için) İnsanlardan (öyle) kimseler vardır ki, “biz Allah’a ve ahiret gününe inandık" derler. (Ve öyle gözükürler.) Halbuki onlar inanmış değillerdir.
-
2:9
يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَۜ
Onlar (münafıklar, sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldattıklarını (zannetmektedirler); oysa onlar, sadece kendilerini aldatmaktadırlar ve (ama bunun) şuurunda değillerdir. (Çünkü Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışanlar, ancak kendilerini kandıran kimselerdir.)
-
2:10
ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Onların kalplerinde (nifak) hastalığı (yerleşmiştir). Allah da hastalıklarını ziyadeleştirmiştir. (Sürekli) Yalan söylemekte (hile ve hıyanet düşünmekte) olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap (gelecektir).
-
2:11
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ
Kendilerine: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde (tam bir pişkinlikle): "Biz sadece (halkın ahlâkını ve toplum nizamını düzeltip iyileştirmek isteyen) ıslah edicileriz" demekte (ve fesatlıklarına ıslah kılıfı geçirilmekte)dir.
-
2:12
اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ
İyi bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar (sosyal ve siyasal hayatı ve tabiatı bozanlar) kendileridir, ama (bunun) şuurunda değillerdir.
-
2:13
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَٓاءُ وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ
Onlara; “Siz de diğer insanların iman ettiği gibi iman edin, (asırlar boyu milyarlarca Müslümanın ve binlerce ulemanın icma ve ittifakla yürüdükleri Hakk yola girin)” denildiği zaman; “Biz hiç, o bayağı ve aşağı kimseler gibi iman eder miyiz? (Biz bu dine ve davaya öyle sıradan ve aklı noksan basit insanlar gibi inanıp, onlar gibi hareket edemeyiz)” derler. Halbuki asıl ayarsız ve akılsız olanlar kendileridir, fakat (farkında değildirler, bunu) bilmezler.
-
2:14
وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاط۪ينِهِمْۙ قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْۙ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُ۫نَ
(Bu münafıklar) İman edenlerle karşılaştıklarında (sadık din ve dava ehliyle bir arada bulunduklarında): “Biz de iman etmiş kimseleriz (ama İslam’a hizmet için kâfirlerle zahiren işbirliği görüntüsü vermekteyiz; sakın bizden şüphelenmeyiniz!)” derler. (Ancak) Şeytanları (ve şer odaklarıyla gizlice buluşup) baş başa kaldıklarında (ise); “Şüphesiz biz (asıl) sizinle beraberiz, (sizin hedeflerinize hizmet etmekteyiz.) Biz (mü’min ve Müslüman kesimleri sadece idare ve) istihza etmekteyiz” (zira “onların desteğini almak mecburiyetindeyiz”) derler.
-
2:15
اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
(Oysa asıl) Allah onlarla alay etmekte (Kur’an’ın bir kısmına inanıp bir kısmına itiraz eden münafıkları, onları kendi hallerine bırakmakla ve bir müddet fırsat tanımakla oyalayıvermekte)dir. (Böylece) Kendi azgınlıkları ve sapkınlıkları içinde bocalayıp durmalarını (istemekte) ve süre vermektedir.
-
2:16
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰىۖ فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ
İşte onlar (münafıklar) hidayet karşılığı dalâleti satın alıp (sapıtmış kimselerdir), fakat bu (akılsız ve ahlâksız) ticaretlerinden bir yarar sağlayamamış; artık hidayeti de bulamamış (kesimlerdir).
-
2:17
مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًاۚ فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ ف۪ي ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ
Bunların (münafıkların) misali, (karanlıkta) ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini (biraz) aydınlattığı (ve tam da zulümattan kurtulduğunu sandığı bir) anda, Allah onların nurlarını giderip (hidayetlerini karartır) ve (artık) göremez (bakar kör) bir şekilde karanlıklar içinde bırakıp (kendi hallerine terk ediverir).
-
2:18
صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَۙ
(O münafıklar) Onlar sağırlar, dilsizler ve körler gibidirler. Bundan dolayı da onlar (fasıklıktan ve münafıklıktan) artık geri dönemezler. (Tekrar Hakka ve hayra yönelmeyeceklerdir.)
-
2:19
اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ ف۪يهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌۚ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِۜ وَاللّٰهُ مُح۪يطٌ بِالْكَافِر۪ينَ
Ya da (bunlar); içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler)le yüklü, 'gökten şiddetle boşanan bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle'; (her an) ölüm korkusundan (korunaklı yerlere ve Allah’ın rahmetine sığınmak yerine) parmaklarıyla kulaklarını tıkayıp (çaresizlik içinde kıvranıverirler). Çünkü Allah kâfirleri çepeçevre kuşatıcı (ve Kahredici)dir.
-
2:20
يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْۜ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا ف۪يهِۙ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
(Öyle ki) Çakan şimşek neredeyse gözlerini kapıp alıverecektir; önlerini her aydınlattığında (biraz) yürürler, üzerlerine karanlık basıverince de yerlerinde kalakalıp (şaşırıverirler). Allah dileseydi, işitmelerini de görmelerini de (hepten) gideriverir (onları kör ve sağır hale getirir)di. (Ama bu durumda da sorumlulukları biterdi.) Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.
-
2:21
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ
Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin, umulur ki (küfür ve kötülükten) sakınırsınız (böylece takvaya ulaşıp korunmuş olacaksınız).
-
2:22
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءًۖ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
O (Rabbiniz ki), sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina (gibi) kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah’a eşler koşmayın.
-
2:23
وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪ۖ وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Eğer kulumuza (Muhammed’e parça parça) indirdiğimizden (Kur’an-ı Kerim’den) şüphe ediyorsanız ve (bu iddianızda) sadıklardan (samimi ve tutarlı olanlardan)sanız; haydi Allah’tan başka şahitliğine (bilgisine ve belgesine güvendiğiniz) tüm tanıklarınızı (ve tanıdıklarınızı yardıma) çağırın ve Onun (Kur’an’ın) surelerine benzeyen bir sure (meydana) getirin (bakalım)!
-
2:24
فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُۚ اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ
(Ama bunu asla yapamadınız) Yapamazsınız, ve (elbette) yapamayacaksınız; (öyle ise ey mü’minler) kâfirler için hazırlanmış bulunan ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının (ve ahirete hazırlık yapın)!
-
2:25
وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًاۙ قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًاۜ وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
(Ey Resulüm!) İman edip salih amellerde bulunanları müjdele! Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu (üstün) ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce (dünyada iken) de rızıklandığımızdır" diyerek (sevinip ferahlayacaklardır). Bu, onlara (dünyadakine) benzer olarak sunulmuş (sonsuz ihsan ve ikramlarımızdır). Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır.
-
2:26
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَيَهْد۪ي بِه۪ كَث۪يرًاۜ وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَۙ
(Ey gafiller!) Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, (zayıflıkta) ondan üstün olan (bir böceği) de, örnek vermekten hayâ edip çekinmez. (Çünkü kâfirler, aslında harika bir yaratılış eseri olan bir sivrisineği bile meydana getirmekten acizdirler.) Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun (gibi bütün yaratıkların ve harika varlıkların) Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise; "Allah, bu (basit) örnekle neyi amaçlamış (ve neyi anlatmaya çalışmış ki)?" derler. (Böylece, hâşâ, Allah’ın gereksiz ve değersiz şeylerle uğraştığını ima ederler. Oysa Allah) Bununla (böylesi ayet ve örneklerle) birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete ulaştırır. Ancak O, bununla (Kur’an’la) fasıklardan başkasını saptırmayacaktır. (Allah, Kur’an’a itiraz ve isyan eden fıtratı bozukların ve kötü ruhluların azgınlığını arttıracaktır.)
-
2:27
اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ۖ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
(O fasıklar ki) Onu kesin olarak onayladıktan (ve hakikatin farkına vardıktan) sonra, Allah’ın ahdini (Cenab-ı Hakka verilen iman ve itaat sözlerini) bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi (akrabalık, arkadaşlık ve Hakk davayla irtibat bağlarını) ise koparırlar ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte bunlar hüsrana (düş kırıklığına ve pişmanlığa) uğrayanlardır.
-
2:28
كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Allah'ı nasıl inkâr ve nankörlük edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. (Hiç yoktan var etti.) Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da (hepiniz) döndürülüp O’na götürüleceksiniz.
-
2:29
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
(Ey insanlar, düşünün!) Sizin için yerde olanların (ihtiyaçlarınızı karşılamak üzere, canlı ve cansız varlıkların) tümünü yaratan O’dur. Sonra (üstün sanat ve hikmetiyle) göğe istiva edip (kudretiyle kuşatıverip) de onları yedi (tabaka) gökler olarak düzenleyen de O’dur. Ve O, her şeyi (bütün detayları ve donanımıyla) Bilendir.
-
2:30
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
(Kullarıma hatırlat!) Hani bir zamanlar, Rabbin meleklere: "Ben gerçekten yeryüzünde (Hakkın ve hayrın temsilcisi ve takipçisi olacak, hükümlerimi uygulayacak, ilim, imkân ve istidadı sürekli gelişip artacak) bir halife (var edip görevli) kılacağım (Ademoğlunu adil bir düzen ve devlet disiplini kurmakla sorumlu ve yetkili yaparak dünyaya yollayacağım)" demişti. (Melekler de) O'na: "Orada fesat çıkaracak ve kan akıtacak birini mi yaratacaksın? Oysa biz Seni överek tesbih ve takdis ediyoruz. (Saygıyla kutsayıp emrine âmade bulunuyoruz. Eğer ibadet ve hizmet içinse, biz Sana zaten bunları yapıyoruz.)” yanıtını vermişlerdi. (Rabbin ise) "Ben sizin bilmediklerinizi de bilirim" deyip (onları uyarıvermişti).
-
2:31
وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
(Bunun arkasından Allah CC) Adem’e isimlerin tümünü talim etti. (Varlıkların ne olduklarını, nasıl yaratıldıklarını, nasıl kullanılacaklarını, hepsinin yararlı ve şifalı yanlarını ona öğretti.) Sonra onları meleklere sorup: “(Haydi bakalım, şayet teklifinizde haklı olup yanılmıyorsanız ve) Eğer doğru söylüyorsanız şunların isimlerini (bütün varlıkların gayelerini ve görevlerini) Bana haber verin (de görelim)!” diye emretti.
-
2:32
قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
(Melekler ise mahcup olarak: "Ya Rabbi) Seni her türlü yanlışlıktan ve noksanlıktan tenzih ve tesbih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz, Sen her şeyi hakkıyla Bilensin, Hüküm ve Hikmet sahibisin” demişler (ve özür dilemişlerdi).
-
2:33
قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ
(Ardından Cenab-ı Hakk, insanın üstünlüğünü meleklere fiilen göstermek üzere) "Ey Adem, (haydi) bunları (tüm varlıkları) onlara isimleriyle haber ver!" dedi. O da, (bütün) bunları onlara isimleriyle (mahiyet ve marifetleriyle) haber verince de (Allah) buyurdu ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten (tümüyle ancak) Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."
-
2:34
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
Ve Biz bütün meleklere: "(O halde şimdi emrime itaaten ve hürmeten) Adem'e secde edin! (Onun üstünlüğünü kabullenin!)” demiştik. Onlar da hemen secde etmişlerdi. Yalnız İblis diretmiş, kibirlenmiş ve kâfirlerden (inatçı ve inkârcı nankörlerden) olup (gitmişti).
-
2:35
وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Ve Biz: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleşin. İkiniz de ondan (cennet ortamından), neresinden dilerseniz, (çok güzel ve mükemmel rızıklarından) bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, (şeytani duygulara ve şehevi arzulara kapılmayın,) yoksa (nefislerine) zulmedenlerden olursunuz" deyip (ikaz etmiştik).
-
2:36
فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ
Fakat şeytan, oradan ikisinin (Hz. Adem ve Havva Annemizin ayağını) kaydırmış ve böylece onları içinde bulundukları (huzurlu ve mutlu durum)dan çıkarmıştı. Biz de: “Haydi, (kiminiz kiminiz için) birbirinize düşman (ve pişman) olarak (kadın ve erkek birbirleri yüzünden isyana kayıp, sonunda bela ve cezaya uğrayarak, veya sosyal ve ekonomik bir rekabet ortamı oluşturarak aşağı) inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır” deyip (cezalarını vermiştik).
-
2:37
فَتَلَقّٰٓى اٰدَمُ مِنْ رَبِّه۪ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Derken Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler (ikaz ve irşad edici ve özür dileyici hikmetli çareler) alıp (gereğini yerine getirdi). Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, Esirgeyendir.
-
2:38
قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَم۪يعًاۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
(Ardından Adem’e ve sülalesine) Dedik ki: "Hepiniz oradan (cennetten aşağıya-dünyaya) inin (ki imtihan başlasın)… Bundan sonra size Benden bir hidayet (rehberi) geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır."
-
2:39
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
(Ama itiraz ve isyana kalkışarak) "İnkâr edip de ayetlerimizi yalanlayanlar ise; onlar, ateşin halkıdırlar ve orada süresiz kalacaklardır."
-
2:40
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَوْفُوا بِعَهْد۪ٓي اُو۫فِ بِعَهْدِكُمْ وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ
Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi hatırlayın ve ahdime bağlı kalın, (iman, itaat ve cihad sözünüzü bozmayın) ki; Ben de ahdinize (devlet, nimet ve cennet va’adime) bağlı kalayım. Ve yalnızca Benden korkun (Bana sığının)!
-
2:41
وَاٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُٓوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِه۪ۖ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَنًا قَل۪يلًاۘ وَاِيَّايَ فَاتَّقُونِ
Yanınızda olan (Tevrat)ı doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin; onu inkâr edenlerin ilki (ve kötülük örneği) siz olmayın ve ayetlerimi az bir değer karşılığında değiştirip satmayın. Ve yalnızca Benden korkun (küfür ve kötülükten sakının)!
-
2:42
وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Hakkı bâtıl ile karıştırıp (gerçeği) örtmeyin ve (güç odaklarından korkarak veya menfaat umarak) Hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) Siz (gerçeği) biliyorsunuz. (İşinize gelmediği için üzerini örtüyorsunuz. Öyle ise bile bile Hakkı bâtıl ile karıştırıp yozlaştırmayın ve Hakkı saklayıp saptırmaya çalışmayın.)
-
2:43
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِع۪ينَ
Namazı dosdoğru kılın, (şuurla ve huzurla ikame edin,) zekâtı (kamu payını devlete) verin ve rükû edenlerle birlikte siz de rükû edip (İslami hükümlere bağlı kalın).
-
2:44
اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Siz insanlara iyiliği emrettiğiniz halde, kendinizi unutuyor musunuz? (Yoksa kendinizi sorumsuz mu sanıyorsunuz?) Halbuki siz, üstelik Kitabı (ve Kur’an’ı) da okuyor (Allah’ın emirlerini de biliyor)sunuz. (Buna rağmen) Hâlâ akıllanmayacak (ve yanlışınızı anlamayacak) mısınız?
-
2:45
وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ وَاِنَّهَا لَكَب۪يرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِع۪ينَۙ
(Her konuda ve zorluk durumunda) Sabır (sebat)la ve namazla (Allah’a sığınıp) yardım isteyin. Ancak bu, (Rablerine kavuşacaklarına, O’na dönüp huzuruna çıkacaklarına inanan ve) Allah’tan saygıyla korkanlardan (başkasına namaz ve sabır) elbette büyük ve ağır (bir yük gibi) gelir (altında ezilip kalırlar; ya terk edip bırakırlar veya baştan savma kılarlar).
-
2:46
اَلَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَاَنَّهُمْ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ۟
(Kötülük dürtülerine ve ibadetlerin zahmetine sabırlı Müslümanlar ise) Onlar şüphesiz, Rableriyle karşılaşacaklarını ve (yine) şüphesiz, O'na döneceklerini (huzuruna varacaklarını) bilirler. (Ve ona göre davranırlar.)
-
2:47
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi (bir dönem imtihan hikmetiyle) âlemlere (kavimlere) faziletli (ve hâkimiyet sahibi) kıldığımı hatırlayın.
-
2:48
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, (Allah’ın izin verdikleri hariç) hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidyenin (günah bedelinin) alınıp (salıverilmeyeceği) ve (hiçbir şekilde) yardım görülmeyeceği bir günden sakının.
-
2:49
وَاِذْ نَجَّيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ
(Hani) Dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, sizi Firavun ailesinin (ve zalim hükümetinin) elinden kurtardığımızı da hatırlayın. (Ki) Onlar, kadınlarınızı (kızlarınızı) diri (sağ) bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir (bela) imtihan vardı.
-
2:50
وَاِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَاَنْجَيْنَاكُمْ وَاَغْرَقْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ
(Ve yine) Bir zamanlar sizin için (Kızıl)denizi ikiye ayırıp sizi kurtardığımızı, ve Firavun’un avanesini ise gözlerinizin önünde boğup batırdığımızı hatırlayın!
-
2:51
وَاِذْ وٰعَدْنَا مُوسٰٓى اَرْبَع۪ينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ
Hani o zaman Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Ama sonra siz, onun arkasından (dünya metaına ve menfaatine tapınmak, altını ve parayı, küçük dana heykeli şekline sokup putlaştırmak suretiyle) buzağıyı (tanrı) edinmiş ve (böylece) zalimler olmuş (ve sapıtmış)tınız.
-
2:52
ثُمَّ عَفَوْنَا عَنْكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Bundan (o kötülük ve nankörlük tavırlarınızdan) sonra, (belki artık) şükredersiniz diye sizi (yine) bağışlamıştık.
-
2:53
وَاِذْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Ve hidayeti (Hakkı ve doğruyu) bulasınız diye, (Hz.) Musa'ya kitabı (Tevrat’ı) ve (Hakk ile Bâtıl’ı ayıran ve adalet esaslarını ortaya koyan) Furkan'ı vermiştik.
-
2:54
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ اَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُٓوا اِلٰى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْۜ فَتَابَ عَلَيْكُمْۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
O vakit Musa, kavmine: "Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, Bârî-i Teâlâ’nıza (sizi örneksiz ve eksiksiz yaratan Yüce Rabbinize) tevbe ederek, (bu kirli, kibirli ve azgın) nefislerinizi (ıslah ile) öldürüp (dizginleyin)! İşte bu, Rabbiniz katında sizin için daha hayırlıdır" demişti. Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, Esirgeyendir.
-
2:55
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى نَرَى اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ
Ve o zaman (yine haddinizi aşıp) demiştiniz ki: "Ey Musa, biz Allah'ı apaçık görünceye kadar sana inanmayız." Bunun üzerine yıldırım sizi (çarpıp kendinizden) almıştı. Ve siz (öylece baygın ve şaşkın) bakıp durakalmıştınız.
-
2:56
ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sonra olur ki şükredersiniz diye, sizi (bir nevi) ölümünüzden sonra tekrar diriltip (hayata çıkardık).
-
2:57
وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىۜ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْۜ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
(Ey Beni İsrail, hani Mısır'dan çıktıktan sonra) Bulutları üzerinize gölge yapıp (sizleri kavurucu çöl ortamında serinletmiş) ve size (gökten hazır) kudret helvası ve bıldırcın (eti) indirmiş, “Size rızık olarak verdiklerimizin (bu en lezizinden ve) temizinden yiyin” (demiştik). Ama onlar (isyan ve nankörlüğe yönelmekle) Bize zulmetmediler, lâkin kendi nefislerine zulmetmiş olmaktalardı.
-
2:58
وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْۜ وَسَنَز۪يدُ الْمُحْسِن۪ينَ
(Ve hatırlayın,) Bir zaman size: "Şu şehre (Kudüs’e ve bereketli Filistin ülkesine) girin ve orada istediğiniz yerde (yerleşip ziraat, hayvancılık ve ticaretle kazandıklarınızı) bol bol yiyin, (buna karşılık) sadece; secde ederek (hürmetle) kapısından girerken: (Rabbimizden) ‘Dileğimiz bağışlanmadır’ deyin, (ki Biz de) hatalarınızı bağışlayalım; üstelik iyilik yapanların (ecirlerini daha da) arttıracağız" demiştik.
-
2:59
فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ۟
Derken (dinlerine hıyanet ederek) zulmedenler, kendilerine (öğütlenip) söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler. (İbadet ve itaati eğip bükerek nefislerine uyduruverdiler.) Biz de o zalimlerin yaptıkları bozgunculuğa karşılık, üzerlerine gökten iğrenç bir azap indirdik.
-
2:60
وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى لِقَوْمِه۪ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًاۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
(Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için (içecek) su aramıştı, o zaman Biz ona: "Asanı taşa vur!" demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı; böylece (on iki aşiretten) her insan topluluğu içeceği yeri bilmiş (ve rahatlamıştı. Onlara) Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesat) yaparak karışıklık çıkarmayın (demiştik).
-
2:61
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟
O vakit siz (ise şöyle) demiştiniz: "Ey Musa, biz (böyle sadece) bir çeşit yemeğe sabredip katlanamayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden: Bakla, acur (açık yeşil çizgili salatalık), sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın!" (O zaman Musa:) "Siz (aslında daha) hayırlı (ve yararlı) olanı, şu (kıymetçe daha) aşağı ve bayağı şeyle(rle) mi değiştirmek istiyorsunuz? (Yoksa Mısır’daki kölelik ve rezillik ortamındaki gaflet ve serbestiyeti mi arzuluyorsunuz? Öyle ise) Mısır'a (geri) inin, zira (orada) kendiniz için istediğiniz (şeyler) vardır" demişti. (Çünkü Yahudiler, aslında Mısır’daki kölelik hayatını ve ahlâksızlık ortamını özlemekteydi. Bu nedenle) Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vurulmuş ve Allah'tan bir gazaba uğramışlardı. Bu, kuşkusuz Allah'ın ayetlerini inkâr ve nankörlük etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi. (Yine) Bu (belaları), isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerinden (dolayı hak etmişlerdi).
-
2:62
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـ۪ٔينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Şüphesiz ki: (Görünüşte) İman edenler (Müslüman bilinenler)le; Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiilerden (Budistler ve diğer putperest din ve düşüncelerden olup da sonradan) her kim (cahiliye anlayış ve ahlâkını bırakıp) Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) iman eder ve (iyilik, istikamet, ibadet gibi) salih amellerde bulunursa; onların Allah katında ecirleri (verilecektir). Onlara korku yoktur, (bunlar) mahzun da olmayacak kimselerdir.
-
2:63
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
(Ey Beni İsrail!) Hani o zaman sizden misak (sağlam bir söz ve ahit) almış ve (kahrımızı ve kudret harikamızı göresiniz diye) Tûr'u üstünüze yükseltmiştik (Tûr Dağı'nı göğe doğru kaldırıp üstünüze düşecek gibi göstermiştik ve demiştik ki:) "Size verdiğimize (Tevrat hükümlerine ve Hz. Musa’nın öğütlerine) sımsıkı yapışın ve onda olanı (İlahi kuralları sürekli) hatırlayıp (uygulayın, olur) ki böylelikle (küfür ve kötülükten) sakınasınız (takvaya ulaşıp korunasınız)."
-
2:64
ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۚ فَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Siz ise, bundan sonra da (yine va’adinizden ve dininizden) yüz çevirdiniz. Eğer Allah'ın üzerinizdeki fazlı (lütfu ihsanı) ve rahmeti olmasaydı, siz gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacaktınız.
-
2:65
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ
(Ey Yahudiler!) Andolsun, siz (içiniz)den Cumartesi (günü) yasağını çiğneyenleri (bu çirkin ve hileli işe yönelenleri) elbette bilmektesiniz. İşte Biz onlara: "Aşağılık maymunlar olun!" demiştik. (Böylece onları taklitçi ve basit menfaatlerin kölesi olup horlanan varlıklar haline getirmiştik.)
-
2:66
فَجَعَلْنَاهَا نَكَالًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ
(Biz) Bunu, (maymun misali birer taklitçi ve şeytanın takipçisi olma durumunu) hem çağdaşlarına, hem sonra gelecek olanlara ibret verici bir ceza, takva sahipleri için de bir öğüt kılıverdik.
-
2:67
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةًۜ قَالُٓوا اَتَتَّخِذُنَا هُزُوًاۜ قَالَ اَعُوذُ بِاللّٰهِ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Hani Musa (aralarında gizlice öldürülen birisinin katilini bulsun diye, kendisine başvuran) kavmine: "Allah, (hakikat ortaya çıksın ve kimin katil olduğu anlaşılsın diye) muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor" demişti. Onlar ise: (Ne alâkası var?) “Sen bizimle alay mı ediyorsun?” dediklerinde; (Musa Aleyhisselam: Böyle davranıp) "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" diye cevap vermişti.
-
2:68
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۜ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌۜ عَوَانٌ بَيْنَ ذٰلِكَۜ فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ
(Bu sefer) "Rabbine bizim adımıza yalvar da, bize (o sığırın) niteliklerini açıklasın" demişler; (Musa da, Rabbine yalvardıktan sonra) "Şüphesiz O (Allah) diyor ki: O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır. Artık emrolunduğunuz şeyi yerine getirin!" diye (uyarıvermişti).
-
2:69
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا لَوْنُهَاۜ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَٓاءُۙ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِر۪ينَ
(Bu sefer) Dediler ki: "Rabbine adımıza yalvar da, bize (onun) rengini bildirsin." O (Hz. Musa ise: Rabbim) buyuruyor ki: “O, bakanların içini ferahlatan sarı renkli-parlak tüylü bir inektir" demişti.
-
2:70
قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۙ اِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَاۜ وَاِنَّٓا اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَمُهْتَدُونَ
(Onlar yine:) "Rabbine bizim adımıza yalvar da, bize onun (başka) niteliklerini de açıklayıp bildirsin. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzemektedir. İnşaallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz" diye (bir istekte bulunmuşlardı). [Not: En mükemmelini arıyor görüntüsüyle sorumluluktan kaçıp alâkasız sorular sorarak, aslında kendi işlerini zorlaştırmışlardı.]
-
2:71
قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُث۪يرُ الْاَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَۚ مُسَلَّمَةٌ لَا شِيَةَ ف۪يهَاۜ قَالُوا الْـٰٔنَ جِئْتَ بِالْحَقِّۜ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ۟
(Bunun üzerine Musa onlara, Rabbim) Diyor ki: “O (sığır), yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma (serbest dolaşıp kusuru bulunmayan) ve alacası olmayan bir inektir" diye bildirmiş, (o zaman mecburen:) "Şimdi gerçeği getirdin" demişler, böylece ineği kesmişlerdi. Ama (bu kasıtlı ve sorumluluktan kaytarıcı soruları yüzünden) neredeyse (bunu) yapmayacaklardı.
-
2:72
وَاِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادّٰرَءْتُمْ ف۪يهَاۜ وَاللّٰهُ مُخْرِجٌ مَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَۚ
Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve (katili kim diye) bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı.
-
2:73
فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَاۜ كَذٰلِكَ يُحْيِ اللّٰهُ الْمَوْتٰى وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Bunun için de: "Haydi şimdi ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız (ve gerçeği anlayasınız).
-
2:74
ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةًۜ وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
(Ey Beni İsrail ve tüm nankör ve hain kimseler!) Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı (kesildi). Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan (kendiliğinden akan) ırmaklar kaynamaktadır, (yer altında kayalık) öyle (sert toprak tabaka)ları vardır ki (kuyu eşmek ve artezyenle kırılıp) yarılır da, ondan sular çıkıp fışkırır, (o kayalardan) öyleleri de vardır ki Allah korkusuyla (aşağıya) yuvarlanır. Allah (ne tabiattaki olaylardan ne de sizin) yaptıklarınızdan gafil (habersiz) değildir.
-
2:75
اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
(Ey Müslümanlar!) Siz (hâlâ) onların (Yahudi ve Hristiyanların) size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir bölümü, Allah'ın sözünü işittikten, (iyice algılayıp bunların yararına ve doğruluğuna kanaat getirip) akıl erdirdikten sonra (dahi), bile bile onu değiştirip (tahrif ederlerdi).
-
2:76
وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ قَالُٓوا اَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَٓاجُّوكُمْ بِه۪ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
(Yahudilerden ve her dinden münafık insanlar) İman edenlerle karşılaştıklarında "biz de iman ettik" (sizinle beraberiz) diye (yalan) söylerler; kendi başlarına kaldıkları zaman ise (birbirine): "Allah'ın size açtıklarını (Hz. Muhammed’le ve Kur’an-ı Kerim’le ilgili Tevrat’ta aktarıp açıkladıklarını), Rabbiniz katında size karşı (aleyhinize) bir belge olsun diye mi onlarla hadisleşip (Müslümanlarla konuşuverip gizli kalması gereken gerçekleri) bildirirsiniz, hâlâ akıllanmayacak (ikiyüzlü hareket etmeniz gerektiğini anlamayacak) mısınız?” demektedirler.
-
2:77
اَوَلَا يَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
(Peki) Onlar bilmiyorlar mı ki, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da Allah kesinlikle bilmektedir.
-
2:78
وَمِنْهُمْ اُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ اِلَّٓا اَمَانِيَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ
Bir de onların içinde (okur-yazar olmayan veya okuduğunu anlamayan) ümmi cahiller var ki, Kitabı (bozulmayan Tevrat’ın ve Kur’an’ın hikmet ve hakikatini) bilmezler. (Bütün bildikleri) Ancak; (kulaktan dolma asılsız ve uydurma şeyler,) birtakım kuruntular (vehimlerdir) ve sadece zan ve tahminle (hareket edilmektedir).
-
2:79
فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِاَيْد۪يهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هٰذَا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ لِيَشْتَرُوا بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ فَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا كَتَبَتْ اَيْد۪يهِمْ وَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا يَكْسِبُونَ
Yazıklar olsun! (Tevrat ve İncil’i) Kitabı kendi elleriyle (bozup uydurma şeyler) yazdıktan (Kur’an’ın ayetlerini de yanlış yorumlayıp çarpıttıktan) sonra değersiz (dünya menfaatleri) karşılığı satmak (ve güçlü kesimlere yaranmak) için: “Bu Allah katındandır” diyenler (yok mu;) işte yazıklar olsun elleriyle yazdıklarından ötürü böylelerine; ve kazandıklarından dolayı vay onların haline! (Ki onların bir kısmını tanıyorsunuz.)
-
2:80
وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَةًۜ قُلْ اَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللّٰهِ عَهْدًا فَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ عَهْدَهُٓ اَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
(Yahudiler ve bütün gafiller, şeytani bir aldanışla) Dediler ki: 'Sayılı günlerin dışında, (ahirette) ateş asla bize değmeyecektir.' (Biz seçkin ve sevimli kullarız, nasipli ve kıymetli insanlarız, hangi günahı işlesek yine de bize azap edilmeyecektir.) De ki: “Allah katından bir ahit mi aldınız? -Ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı (yalan uydurup hiç) bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz (ve sapıtıyorsunuz)?”
-
2:81
بَلٰى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَاَحَاطَتْ بِه۪ خَط۪ٓيـَٔتُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Hayır (öyle değil); kim (herhangi) bir kötülük işler de (tevbe edip İslam’a dönmeyerek kötülüğünü sürdürdüğünden) günahı kendisini (kalbini tamamen) kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.
-
2:82
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
(Ama tevbekâr olarak) İman edip (İslam’a ve insanlığa uygun) salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.
-
2:83
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ
Hani İsrailoğullarından, “Allah’tan başkasına kulluk yapmayın, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara (ihsanda bulunup) iyilikle davranın, (onların maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayın;) insanlara güzel söz söyleyin (güler yüz gösterin), namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin” diye misak almıştık. Sonra siz, pek azınız hariç, (sözünüzden ve özünüzden) döndünüz ve (hâlâ) yüz çevirip duruyorsunuz… (Yani Hakk davanızdan ve sadakat iddianızdan dönüp hıyanet ettiniz. Siz zaten hâlâ yüzünüzü ve yönünüzü Hakk’tan çeviren dönek kimselersiniz!)
-
2:84
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَٓاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ اَنْفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ
(Yine hatırlayınız ki) Hani o zaman sizden, "Birbirinizin kanını akıtmayın, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın" diye misak (kesin söz) almıştık. Sonra sizler bunu (kararlı bir şekilde) onaylamıştınız, üstelik (bazı gerçeklere bizzat) şahitlik yapmıştınız. (Bütün bunların unutulduğunu zannetmek gaflettir.)
-
2:85
ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَر۪يقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْۘ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۜ وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْۜ اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍۚ فَمَا جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَابِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Sonra siz, (maalesef yine) birbirinizi öldürüyor, içinizden bir bölümünüzü yurtlarından sürüp-çıkarıyor; günah ve düşmanlıkla (zayıfların) aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve şayet size esir olarak geldiklerinde ise onlarla fidyeleşiyor (özgürlük parası alıp bırakıyor)dunuz. Oysa onları (insanları haksız yere yurtlarından) çıkarmanız size haram kılınmıştı. Yoksa siz, Kitabın (işinize gelen) bir bölümüne inanıp da (zorunuza giden) bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası, rezil ve aşağılık olmaktan (zalimlere uşaklık yapmaktan) başkası değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
-
2:86
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۘ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ۟
İşte bunlar (dinlerini eğip bükenler, ebedi) ahireti verip (geçici) dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azapları hafifletilmeyecek ve kendilerine yardım edilmeyecektir.
-
2:87
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِه۪ بِالرُّسُلِ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ اَفَكُلَّمَا جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْۚ فَفَر۪يقًا كَذَّبْتُمْۘ وَفَر۪يقًا تَقْتُلُونَ
Andolsun, Biz Musa'ya kitabı verdik ve ardından peş peşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyid ettik (Cebrail’le destekledik). Demek size ne zaman bir elçi; nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak; bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldüreceksiniz, öyle mi?
-
2:88
وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ بَلْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَل۪يلًا مَا يُؤْمِنُونَ
Dediler ki: “Bizim kalplerimiz mühürlüdür, örtülüdür.” (Bu yüzden anlatılanlar aklımıza girmiyor.) Hayır; inkâr (ve isyan)larından dolayı Allah onları lanetlemiştir. Bundan dolayı pek azı iman ederler. (Büyük çoğunluğu zulüm ve küfür içindedirler.)
-
2:89
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ
Ne zaman ki onlara Allah tarafından, yanlarında bulunanı (Tevrat ve İncil'in tahrif edilmemiş haber ve hükümlerini) doğrulayıcı bir Kitap (Kur'an) gelince... (Üstelik) Daha önce kâfirlere karşı (Allah'tan) fetih ve destek isteyip durdukları (ve bir peygamberin gelişini umdukları ve kolladıkları) halde, O tanıyıp bildikleri (ve bekledikleri Kur’an ve Hz. Muhammed Aleyhisselam) kendilerine geldiğinde tutup Onu inkâr ettiler (ve kâfir oldular); artık Allah'ın laneti (böyle bile bile gerçeği gizleyen) kâfirlerin üzerinedir. (Onlar Allah’ın kahrına uğrayacaklardır.)
-
2:90
بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْيًا اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۚ فَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
(Onlar) Allah’ın Kendi fazlından kullarından dilediğine (peygamberliği) indirmesini 'kıskanarak (itiraz ve isyan edip) Hakka başkaldırarak' Allah'ın indirdiklerini tanımayıp inkâra kalkışmakla, nefislerini (kendi akıbet ve ahiretlerini) ne bayağı ve aşağı şeye karşılık sattılar! Böylelikle gazap üstüne gazaba uğradılar. (Bu) Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.
-
2:91
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَٓاءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَهُمْۜ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ اَنْبِيَٓاءَ اللّٰهِ مِنْ قَبْلُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Onlara: (Haydi) “Allah'ın indirdiklerine (Kur’an-ı Kerim’e) iman edin” denildiğinde: “Biz, (sadece) bize indirilene (ve geçmiş büyüklerimizin bildirdiğine) iman ederiz” derler (bunda da samimi değildirler) ve ondan sonra olanı (Kur'an’ı) inkâr ederler. Oysa O (Kur'an), ellerindeki (Kitabı) doğrulayan bir gerçektir. (Onlara) De ki: “Eğer (önceki kitaplara) inanıyor idiyseniz, daha önce ne diye Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz? (Sizinki açıkça sapkınlık ve sahtekârlıktır.)”
-
2:92
وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ
Andolsun, Musa size apaçık belgelerle gelmişti de, sonra siz onun (aranızdan kısa bir süre ayrılışının hemen) arkasından buzağıyı (tanrı) edinmiştiniz. İşte (ey Yahudiler) siz (böyle) zalimlersiniz. (Ki çoğunuz hâlâ aynı sapkınlıktasınız.)
-
2:93
وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواۜ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْۜ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِه۪ٓ ا۪يمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Hani sizden misak (kesin söz) almış ve Tûr'u (kaldırıp) üstünüze yükseltmiştik (ve): "Size verdiğimize (Kitaba) sımsıkı sarılın ve (emirlerini) dinleyin" (demiştik). Onlar ise (tam aksine): “Dinledik ve (ama) isyan ettik” demişlerdi. (İşte bu) İnkârları yüzünden (altın) buzağı (servet tutkusu) kalplerine sindirilmişti. De ki: "Eğer (gerçekten) inanıyorsanız, (düşünüp söyleyin, bu bâtıl) inancınız size ne kötü şeyler emredip durmaktadır?” (Ve bugünkü münafıkların tavrı da aynıdır; acaba bu nasıl bir imandır ki, vicdanları Siyonist Yahudiler ve Haçlı emperyalistlerle dostluk kurmaktan ve onlara tâbi olmaktan rahatsızlık duymamaktadır?)
-
2:94
قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
(Ey Resulüm!) Onlara de ki: Eğer Allah katında ahiret yurdu, başka insanlara değil de, sadece size tahsis edilmiş ise, (ve bu iddianızda) sadık ve samimi iseniz, (o halde bunu ispatlamak üzere haydi) hemen ölümü temenni edin (ve ahirete gitmeyi özellikle isteyin)!
-
2:95
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
Oysa onlar, önceden ellerinin takdim ettiklerinden (işledikleri küfür ve kötülüklerinden) dolayı, onu (ölümü) hiçbir zaman ve kesinlikle dilemeyeceklerdir. (Zaten) Allah, zalimleri elbette (ve her türlü niyet ve hıyanetleriyle) Bilendir.
-
2:96
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟
Andolsun, onları (Yahudileri ve Yahudileşmiş kimseleri) hayata (dünya rahatına ve çıkarına) karşı (diğer) insanlardan ve (hatta) şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulacaksın. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın arzusundadır; oysa bunca yaşaması (bile) onu azaptan kurtarmayacaktır. Allah, onların yapmakta olduklarını her halde Görendir (ve kayıt altına almaktadır).
-
2:97
قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْر۪يلَ فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
De ki, her kim (herhangi bir şekilde) Cebrail’e düşmanlık eder (ve onu incitecek söz ve davranışlar sergiler) ise, iyi bilsin ki; Allah’ın izniyle, kendinden öncekileri tasdik edici ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak Senin kalbine de Kur’an’ı O indirmiştir. (Bu nedenle vahye ve Cebrail’e düşmanlıkla, Allah’a iman bir arada barınmayacaktır.)
-
2:98
مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَرُسُلِه۪ وَجِبْر۪يلَ وَم۪يكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِر۪ينَ
Her kim Allah’a, Meleklerine, Elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da (elbette) kâfirlerin düşmanıdır.
-
2:99
وَلَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ
Andolsun ki, Biz Sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasıklardan (günahkâr ve doğru yoldan sapmış vicdanı bozuklardan) başkası inkâr etmeye (kalkışmayacaktır.)
-
2:100
اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْدًا نَبَذَهُ فَر۪يقٌ مِنْهُمْۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
(Yahudiler) Ne zaman bir ahitte bulundularsa (kiminle anlaşma yaptılarsa), içlerinden bir bölümü onu bozmadı mı? Doğrusu, onların çoğu iman etmez (sapkınlardır).
-
2:101
وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَر۪يقٌ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَۗ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Ne zaman onlara Allah katından, (kendi) yanlarındakini doğrulayan (onları Hakka ve hayra çağıran) bir elçi gelse, kitap verilenlerden birtakımı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah'ın Kitabını arkalarına atıp (aykırı davranmışlardır).
-
2:102
وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاط۪ينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِه۪ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه۪ۜ وَمَا هُمْ بِضَٓارّ۪ينَ بِه۪ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْۜ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ۠ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (devleti ve nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uymuşlardı. (Oysa) Süleyman asla inkâra sapmamış, ama şeytanlar kâfir olmuşlardı. Onlar, insanlara sihri ve Babil'deki iki meleğe; Harut'a ve Marut'a (sihrin şerrinden korunma çarelerini bildirmek üzere) indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: "Biz, yalnızca bir fitneyiz (imtihan vesilesiyiz); sakın inkâr etme (bu sihir ilmiyle küfre ve kötülüğe yönelme ve bu yüzden cehenneme girme!)" demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmiyorlardı. Fakat (bazı fasıklar) onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi (haram tılsımları) öğreniyorlardı. Ne var ki, onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar ulaştıramazlardı. Buna rağmen kendilerini zarara uğratacak ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu (büyücülük sırlarını) satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını biliyorlardı; karşılığında kendi nefislerini (ve ahiret güzelliklerini) sattıkları şeyin ne kötü olduğunu bir bilselerdi (böyle davranmayacaklardı).
-
2:103
وَلَوْ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ خَيْرٌۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟
Halbuki onlar (gerçekten) iman etmiş ve (Allah'tan) korkmuş olsalardı, Allah katından gelecek sevap (kendileri için) daha hayırlıydı. Ah keşke bunu bilip (uysalardı)!
-
2:104
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ey iman edenler! (Yöneticilerinize:) "Raina-Bizi güt (şuursuz koyun sürüsü gibi bizi yönet)" demeyin; "Ünzurna-Bizi gözet (organize ve koordine edip istişare ile idare et)" deyin ve (Hakk ve adalet ettikçe onları) dinleyin. (Unutmayın ki) Kâfirler ve nankörler için acı bir azap vardır. [Not: Müslüman topluma koyun gibi güdülmek ve despot bir idareye boyun eğmek değil, etkin bir şekilde siyasete girmek, yönetimi takip ve tenkit etmek, ama şuurlu bir sorumluluk yüklenip Hakk’ta ve hayırda itaat etmek düşmektedir.]
-
2:105
مَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
Ne Kitap Ehlinden olan kâfirler ve ne de müşrikler (ve içinizdeki münafık ve marazlı kişiler), Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini asla arzu etmezler. (Yararınıza olan girişimleri desteklemezler.) Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis edip ayırıverir. Allah büyük fazıl sahibidir.
-
2:106
مَا نَنْسَخْ مِنْ اٰيَةٍ اَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَٓا اَوْ مِثْلِهَاۜ اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir. [Not: Özel mazeret ve mecburiyetler karşısında ve İslami düzene geçiş ortamında izin verilen bazı durumlarla ilgili ayetlerin hükmü; şartlar olgunlaşınca ve ihtiyaç kalmayınca kaldırılır, yeni gelen ayetlerin kuralları esas alınır. Ama Kur’an’da kayıtlı bırakılan böylesi nesih (feshetme, lağvedip erteleme) ayetlerinin bir kısmı, aynı zaruretlerin ortaya çıkması halinde ve fetret süreçlerinde geçici ruhsat olarak uygulanmak üzere kolaylık sağlayacaktır.]
-
2:107
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
Bilmez misin ki, göklerin ve yerin (ve aralarındaki her şeyin) mülk ve hükümdarlığı yalnız Allah'ındır. Sizin için Allah'tan başka (gerçek anlamda) ne bir (sığınılacak ve sahip çıkılacak) veli, ne de bir yardımcı vardır. (Bulmak da mümkün değildir.)
-
2:108
اَمْ تُر۪يدُونَ اَنْ تَسْـَٔلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ
Yoksa (ey mü’minler,) daha önce Musa'nın (Yahudilerce) sorguya çekildiği gibi, siz de Resulünüzü sorguya çekmek (suçlayıp sorumlu göstermek) mi istiyorsunuz? Kim imanı inkâr ile değişirse, artık o, dümdüz yoldan kesinlikle sapmış demektir.
-
2:109
وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّارًاۚ حَسَدًا مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Kitap Ehlinden çoğu, kendilerine gerçek (Hakk) apaçık belli olduktan sonra, nefislerini (kuşatan) kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi inkâra döndürmeyi arzu etmektedirler. Fakat, Allah'ın (bunlarla ilgili bir) emri (ve tedbiri) gelinceye (ve size galibiyet verinceye) kadar (şimdilik) onları bırakın ve (onlara ne sözle, ne de eylemle) ilişmeyin. (Bir müddet kırıcı tavırlarını bağışlayın ve müsamahalı davranıp idare edin.) Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.
-
2:110
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Siz namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin; siz önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı Görendir.
-
2:111
وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
(Bu sapkınlar) "Yahudi veya Hristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez" demektedirler. Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: "Eğer (bu asılsız iddianızda) doğru kimselerseniz, kesin kanıtınızı (bürhânınızı) getirin (de görelim)!"
-
2:112
بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟
Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini (yüzünü ve özünü) Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri (verilecektir). Onlar (böylece) asla korku duymayacak ve mahzun da olmayacak (kimselerdir).
-
2:113
وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Yahudiler dediler ki: “Hristiyanlar hiçbir (hakikatli) şey (hayırlı ve yararlı bir temel) üzerinde değillerdir.” (Bunun gibi) Hristiyanlar da: “Yahudiler hiçbir (hakikatli) şey (doğru ve değerli bir temel) üzerinde değillerdir” demektedirler. Oysa onlar (Allah’ın gönderdiği) kitabı okudukları halde (her iki taraf da bâtıl ve bozuk bir yol üzerinde bulunduklarını görmemektedirler). Bilmeyen (ve akıl erdirmeyen cahiller de bugün) onların söylediklerinin benzerini tekrar etmektedirler. Artık Allah, kıyamet günü (ihtilaf edip) anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hükmünü verecektir.
-
2:114
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
(Elinde imkân ve iktidar olduğu halde) Allah'ın mescitlerinde O'nun isminin anılmasına (ve Kur’ani hüküm ve hakikatlerin konuşulmasına) engel olan ve bunların (Hakk nizamı kurmaya ve korumaya uğraşan yapıların) yıkılmasına çalışandan daha zalim kim olabilir? (Oysa) Onlara (yakışan, mescitlerin) içlerine korkarak girmekten başkası değildir. (Mescitleri ve İslami prensipleri engelleyen zalimler ve bunları destekleyen hainler var ya!) Dünyada bir aşağılanma, ahirette ise büyük bir azap onlar içindir (ve bunu hak etmişlerdir).
-
2:115
وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
(Bütün yerler ve yönler gibi) Doğu da Allah'ındır, Batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi ve tecellisi, kudret ve rahmet eseri) oradadır. Şüphesiz ki Allah, (her şeyi) Kuşatandır, (hakkıyla) Bilendir.
-
2:116
وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۙ سُبْحَانَهُۜ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ
Dediler ki: (Hâşâ) "Allah oğul edindi." (Oysa) O, (bu çirkin yakıştırmalardan) yücedir. Bilakis, göklerde ve yerde her ne varsa hepsi O'nundur. (Yaratılan her şey Allah’ın kudret ve sanat eserleridir.) Tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir.
-
2:117
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
(Allah) Gökleri ve yeri (başka bir örnekten ve projeden öğrenmeksizin, hiç yoktan) yaratıp var edendir. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL!" der, o da (murad ettiği şekilde ve en mükemmel biçimde) hemen oluverir.
-
2:118
وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْۜ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
Bilgisizler (cahil ve gafil kimseler): "Allah bizimle konuşuverse ya!..” veya “Bize de (peygamberler gibi) bir ayet (mucize) gelse ya!.." demektedirler. Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Bunların kalpleri (nasıl da sapkınlıkta) birbirine benzedi. (Oysa) Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık gösterdik. (Tabiattaki ve kâinattaki her şey zaten Cenab-ı Hakkın yaratılış mucizesi ve harika sanat eserleridir.)
-
2:119
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۙ وَلَا تُسْـَٔلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ
(Ey Resulüm!) Şüphesiz Biz Seni bir müjdeci ve bir uyarıcı (inzar ve irşad edici) olarak, Hakk (Kur'an) ile gönderdik. Sen cehennem ehlinin (sapkınlık ve suçlarından) sorumlu değilsin.
-
2:120
وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
Sen onların milletlerine (Siyonist ve emperyalist emellerine ve zulüm düzenlerine) tâbi olmadıkça Yahudi ve Hristiyanlar, kesinlikle Senden (ve Ümmet-i Muhammed’den) asla razı olacak (memnun kalacak) değillerdir. (Eğer Yahudi ve Hristiyanların zalim takımı, Müslüman bilinen kimselerden razıysa ve yardımcı oluyorlarsa, anlayın ki bunlar, kendilerinin güdümüne girmişlerdir.) De ki: Şüphesiz (tek) kurtuluş ve huzur yolu, Allah’ın yoludur (Peygamberin sünneti ve sistemidir). Eğer Sana gelen bunca ilimden (ve Kur’ani haber ve hükümlerden) sonra onların (yani Siyonist ve emperyalist odaklara yanaşanların) hevâlarına (ve şeytani arzularına) uyacak olursan, (artık) Senin için Allah (tarafın)dan ne bir dost, ne de bir yardımcı kalıverir.
-
2:121
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, (ayetleri anlamaya ve uygulamaya çalışanlar, Siyonist ve emperyalist zalimlerden uzak duranlar var ya) Ona (gerçekten) iman edenler işte bu kimselerdir. Kim de Onu (Kur’an’ı) inkâr (ve itiraz) ederse, artık işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
-
2:122
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi (bir dönem) âlemlere (başka kavimlere) faziletli kılacak imkânlar verdiğimi (ve böylece sizi imtihan ettiğimi) hatırlayıverin.
-
2:123
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden (günahlarına karşılık) fidye alınıp (salıverilmeyeceği) ve hiç kimsenin (inkârcılar ve münafıklar için yapacağı) şefaatinin kabul edilmeyeceği ve onların (hiçbir şekilde) yardım göremeyeceği bir günden sakınıp (küfür ve kötülükten çekinin).
-
2:124
وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَامًاۜ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۜ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ
Hani hatırlayın ki, bir dönem Rabbi, birtakım kelimeler (emir ve hükümler)le, İbrahim’i imtihan etmişti. (İbrahim de) O kelimeleri (Allah’a verdiği sözleri) eksiksiz yerine getirmişti. (Allah ise bunlara karşılık:) “Ben seni bütün insanlara imam (önder, örnek ve rehber) kılacağım” demişti. (İbrahim:) “Ya soyumdan olanlar? (Onlara ne verilecek?)” deyince (Allah: Bu va’adim mü’min ve müstakimler için geçerlidir.) “Zalimler Benim ahdime erişemez” demişti.
-
2:125
وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْنًاۜ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ وَعَهِدْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Hani o vakit Beyt'i (Kâbe'yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri haline getirdik. "İbrahim'in makamını namaz yeri edinin" (diye emretmiş), İbrahim ve İsmail'e de; “Tavaf edenler, itikâfa çekilenler ve rükû ve secde edenler için Evimi temizleyin (Beytullah’ı ibadet ve ziyaret için uygun hale getirin)” diye ahit verip tavsiye etmiştik.
-
2:126
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَدًا اٰمِنًا وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَاُمَتِّعُهُ قَل۪يلًا ثُمَّ اَضْطَرُّهُٓ اِلٰى عَذَابِ النَّارِۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
O zaman İbrahim: "Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve (Mekke) ahalisinden Allah'a ve ahiret gününe inananları (dünyanın farklı yerlerinde yetişen her çeşit) ürünlerle rızıklandır" demişti de; (Allah: "Sadece inananları değil,) inkâr edeni de az bir süre (dünyada) yararlandıracağım, sonra onu ateşin azabına uğratacağım; ne kötü bir dönüştür o!.." demişti.
-
2:127
وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰه۪يمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰع۪يلُۜ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّاۜ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Vaktâki İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Kâbe’nin) temellerini ve duvarlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): “Rabbimiz, bizden (bu hayırlı girişim ve gayretimizi) kabul et. Şüphesiz, Sen her şeyi İşiten ve hakkıyla Bilensin.”
-
2:128
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
“Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yerlerini, şekillerini ve ilkelerini öğretip) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve Esirgeyensin.”
-
2:129
رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟
“Rabbimiz; (gelecek nesillerimize de) kendi içlerinden onlara bir elçi gönder, (ki) onlara Senin ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen Güçlü ve Üstün olansın, Hüküm ve Hikmet sahibisin.”
-
2:130
وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ اِبْرٰه۪يمَ اِلَّا مَنْ سَفِهَ نَفْسَهُۜ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَاۚ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
(Şimdi artık) Kendi nefsini sefih (akılsız ve aşağılık) kılandan başka, kim Millet-i İbrahim’den (Hz. İbrahim'in Hakk dininden, imani, akli ve ahlâki öğretilerinden) yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada (iken) seçtik, gerçekten ahirette de o salihlerdendir.
-
2:131
اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
O vakit ki Rabbi ona: "(İslam’a) Teslim ol, selamet bul" dediğinde (o: Ben her konuda) "Âlemlerin Rabbine teslim oldum" yanıtını vermişti.
-
2:132
وَوَصّٰى بِهَٓا اِبْرٰه۪يمُ بَن۪يهِ وَيَعْقُوبُۜ يَا بَنِيَّ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّ۪ينَ فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَۜ
(Hz.) İbrahim, bunu oğullarına da vasiyet etti, Yakub da: "Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini (İslam’ı) seçti, siz de ancak Müslüman olarak can verin" (diye benzer bir vasiyet etmişti).
-
2:133
اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهًا وَاحِدًاۚ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında, orada (hazır bulunan) şahitler miydiniz? (Hayır, bu tarihi gerçekleri Biz Sana bildirmekteyiz.) Ne zaman ki o, oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onlar: "Senin İlahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın İlahı olan tek bir İlaha ibadet edeceğiz; bizler O’na teslim olanlarız, Müslüman insanlarız" demişlerdi.
-
2:134
تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
(Artık) Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların (iyi veya kötü) kazandıkları kendilerinin; sizin kazandıklarınız ise sizindir. Siz onların yaptıklarından sorulacak değilsiniz. (Geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerin hikâyeleri size ibret olması içindir.)
-
2:135
وَقَالُوا كُونُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰى تَهْتَدُواۜ قُلْ بَلْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
(Ehl-i Kitaptan size gelip:) “Yahudi ve Hristiyan olun (hukukta ve ahlâkta Haçlı Batı’ya uyun) ki Hakk yolu bulasınız ve kurtulasınız” diye teklif edenlere söyle ki: “Hayır biz dosdoğru İbrahim dinine ve milletine tâbiyiz. (Millet-i İbrahim’iz. Çünkü) O (sizin gibi) müşriklerden değildi.”
-
2:136
قُولُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى وَع۪يسٰى وَمَٓا اُو۫تِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۚ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْۘ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
(Onlara) Deyin ki: “Biz Allah'a; bize indirilene (Kur’an-ı Kerim’e), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile, bütün peygamberlere Rabblerinden kendilerine verilenlere (Tevrat ve İncil gibi kutsal metinlerin orijinaline) iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz (bütün peygamberleri ve kutsal metinleri hak biliriz) ve biz O'na teslim olmuş kimseleriz.”
-
2:137
فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِه۪ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ ف۪ي شِقَاقٍۚ فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۜ
Şayet onlar (Yahudi ve Hristiyanlar) da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa, (ancak o durumda) kuşkusuz doğru yolu bulmuş olurlar; yok eğer (Hakk’tan ve Kur’an’dan) yüz çevirirlerse, onlar elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler. Onlara karşı Sana Allah yeterlidir. O, İşitendir, Bilendir.
-
2:138
صِبْغَةَ اللّٰهِۚ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ صِبْغَةًۘ وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ
(İşte) Allah'ın boyası (İSLAM’dır ki; tabiattaki muhteşem renk ve desenlerin yaratılış sırlarıdır ve canlı cansız her varlığa vurulan vahdet damgasıdır)! Allah(ın boyasın)dan (Kur’an ahkâmından ve ahlâkından) daha güzel boyası olan kimdir? Biz (yalnızca) O'na kulluk edenleriz.
-
2:139
قُلْ اَتُحَٓاجُّونَنَا فِي اللّٰهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۚ وَلَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَۙ
De ki: "O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında (sözde kanıtlarla) tartışmalara mı giriyorsunuz? (Oysa) Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz de sizindir. Biz, O'na gönülden bağlanmış (gösterişten ve art niyetten uzak, samimi) muhlis kimseleriz."
-
2:140
اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Yoksa siz, “İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub da, torunları da, hep Yahudi veya Hristiyan idiler” mi diyorsunuz? De ki: “Siz mi daha iyi bileceksiniz, yoksa Allah mı? Allah'ın şahitlik ettiği bir gerçeği, bilerek gizleyenlerden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.”
-
2:141
تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ۟
(Kaldı ki) Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız size aittir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.
-
2. Cüz
-
2:142
سَيَقُولُ السُّفَهَٓاءُ مِنَ النَّاسِ مَا وَلّٰيهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّت۪ي كَانُوا عَلَيْهَاۜ قُلْ لِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُۜ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
İnsanlardan (birtakım) beyinsiz ve seviyesiz olanlar (Müslümanlar için): "Onları üzerine yöneldikleri daha önceki kıblelerinden (Kudüs’ten) çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da Allah'ındır, Batı da. (İbadetlerde; yönden ve şekilden önce, kalbe ve niyete yoğunlaşmak gerekir.) O, dilediği kimseyi doğru yola yöneltir."
-
2:143
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
İşte böylece Biz sizi, (ey Müslümanlar!) insanlara şahit (ve örnek) olmanız için (ifrat ve tefritten sakınıp doğru ve uygun yolu tutan vasat) orta bir ümmet kıldık; Peygamber de sizin üzerinizde bir şahit olsun (diye böyle yaptık). Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Kâbe'yi) kıble yapmamız; Elçiye uyan (sadık)ları, topukları üzerinde gerisin geri dönen (kaypak tiplerden ve Hakk yolu terk edenlerden) ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu tür öze dönüşler ve değişimler) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (ve ağır bir yük) gelir. (Oysa) Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara şefkatli ve merhametlidir.
-
2:144
قَدْ نَرٰى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَٓاءِۚ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضٰيهَاۖ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
(Ey Resulüm!) Biz, Senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip-durduğunu (ve Cebrail’i gözler olduğunu) görüyoruz. Şimdi elbette Seni hemen hoşnut olacağın kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram (Kâbe) yönüne çevir. (Ey mü’minler, bundan böyle) Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz, kendilerine kitap verilenler(den sadık ve salih kimseler), tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (Hakk) olduğunu elbette bilirler. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
-
2:145
وَلَئِنْ اَتَيْتَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ اٰيَةٍ مَا تَبِعُوا قِبْلَتَكَۚ وَمَٓا اَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْۚ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ اِنَّكَ اِذًا لَمِنَ الظَّالِم۪ينَۢ
Yemin olsun ki kendilerine kitap verilenlere her türlü ayeti (delili) getirsen, onlar yine de Senin kıblene (Kâbe’ne, kutsal kabullerine ve hedeflerine) uymazlar; Sen de (zaten) artık onların kıblelerine uyacak değilsin. Onlardan bir kısmı, bir kısmının kıblesine (bile) uymaz (haldedirler). Andolsun, eğer Sana gelen bunca ilimden sonra (yine) onların hevâ-i arzularına (sapkın yollarına ve yapılanmalarına) uyacak olursan, o zaman gerçekten zalimlerden olur gidersin.
-
2:146
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Kendilerine kitap verdiklerimiz (Yahudi ve Hristiyan bilginleri), Onu (Kur'an’ı ve Resulüllah’ı) öz oğullarını tanıdıkları gibi tanıyıp bilirlerdi. (Hz. Peygamberin özelliklerini ve güzelliklerini kitaplarında okurlardı ve gelişini beklerlerdi.) Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile (kasten haset ve hıyanet dürtüleriyle) kesinlikle gerçeği gizlerlerdi.
-
2:147
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ۟
(En doğru) Gerçek (Hakk); Rabbinden (gelen Kur’an-ı Kerim)dir. Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (Şüphe ve vesvese imanı tahrip edicidir.)
-
2:148
وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّ۪يهَا فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمُ اللّٰهُ جَم۪يعًاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön (cihet, hedef) vardır. Öyleyse (siz) hayırlarda yarışınız. (Çünkü siz Hakk ve hayır üzere bulunursanız) Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. (Size birlik ve dirlik nasip edecektir.) Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. (Bu ayette özel teşebbüsün serbestliğine ve çeşitli mesleki teşekküllerin gerekliliğine de işaretle izin verilmektedir.)
-
2:149
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَاِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
(Artık) Her nereden (yola) çıkarsan, (namazda) yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden olan bir Hakk’tır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
-
2:150
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۙ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْن۪ي وَلِاُتِمَّ نِعْمَت۪ي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ
(Ey Nebim! Namaza) Her nereden çıkarsan, yüzünü (Mekke’deki) Mescid-i Haram yönüne (Kâbe’ye) çevir. (Ey mü’minler, siz de) Her nerede olursanız yüzünüzü onun yönüne çevirin. Öyle ki, (bile bile iftira dizip) zulmedenleri dışında insanların, size karşı (kullanabilecekleri) bir delilleri (ve itiraz gerekçeleri) olmasın. (Artık sakın) Onlardan (güç odaklarından) korkmayın, (sadece) Benden korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının (ki); üzerinizdeki nimetimi (izzet ve haysiyetinizi, huzur ve hürriyetinizi ve her türlü nimet ve faziletlerimi) tamamlayayım. (Böylece) Umulur ki hidayete erersiniz.
-
2:151
كَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَۜ
Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan (ve açıklayan), sizi temizleyen (küfür ve kötülükten arındıran) ve size Kitap ve hikmeti (Sünneti) ve ayrıca bilmediklerinizi öğretip (olgunlaştıran) bir Resul (olarak Hz. Muhammed’i) gönderdik.
-
2:152
فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟
O halde (siz yalnız Bana itaat ve ibadet ederek devamlı) Beni zikredin ki; Ben de sizi (rahmetim ve mağfiretimle) zikredeyim. (Nimetim ve faziletimle şereflendireyim.) Bana (sürekli ve samimiyetle) şükredin, sakın nankörlük etmeyin.
-
2:153
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
(Artık) Ey iman edenler, sabırla ve namazla (Allah için sıkıntılara katlanmak ve devamlı ibadet ve dua üzerinde bulunmakla Benden) yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.
-
2:154
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ
Allah yolunda (yani, milli savunma; halkın huzurunu, onurunu ve namusunu koruma, Hakk ve adaleti hâkim kılma uğrunda çalışıp; düşmanlar ve anarşist saldırganlarla çarpışarak) öldürülen (şehit)lere, sakın “ölüler” deyip (gaflete düşmeyin, çünkü) bilakis onlar (gerçek ve yüksek bir hayata geçmiş olarak) diridirler. Velâkin siz bunun farkında ve şuurunda değilsinizdir.
-
2:155
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ
Andolsun, Biz sizi; biraz korkuyla (doğal ve sosyal afetler ve düşman saldırılarıyla), açlık (ve kıtlıkla) ve bir parça da mallardan, canlardan ve semerat (ürün ve evlatlar)dan noksanlaştırmakla (hastalık ve sakatlıkla) imtihan edeceğiz. (Tedbirli ve temkinli hareket ederek) Sabır (sükûnet ve teslimiyet) gösterenleri müjdele (ki, sadece onlar sevaba ve başarıya erişeceklerdir).
-
2:156
اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ
(Sabır ehli mü’minlere) Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: “Biz kesinlikle Allah içiniz (O’nun rızası ve davası peşindeyiz) ve şüphesiz (öldükten sonra da) O'na dönücüleriz.”
-
2:157
اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ
(İşte) Rablerinden salavât (bağışlanma ve fazilet) ve rahmet bunların üzerinedir ve bunlar hidayete erenlerin ta kendileridir.
-
2:158
اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاۜ وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًاۙ فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَل۪يمٌ
Şüphesiz, 'Safa' ile 'Merve' Allah'ın (şiarından, ibadet nişanından) işaretlerindendir. Böylece kim (kutsal) Evi (Kâbe'yi) hacceder veya umre yaparsa, artık bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için bir sakınca yoktur (mü’minlere izin ve emir verilmiştir). Artık kim de gönülden (ve nafile cinsinden, fazla) bir hayır yaparsa (karşılığını görecektir). Şüphesiz Allah, şükrün karşılığını Verendir, Âlimdir, her şeyi Bilendir.
-
2:159
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ
Gerçekten, apaçık belgelerden (ibaret emirler olarak) indirdiklerimizi (Kur’ani hüküm ve hakikatleri) ve insanlar için Kitapta açıkça beyan ettiğimiz hidayeti (şeriat ve istikamet prensiplerini) gizlemekte olanlar (güç odaklarının vereceği zarardan korkarak veya onlardan makam ve menfaat umarak, Kur’ani gerçekleri kısmen veya tamamen örtmeye çalışanlar var ya); işte onlara, hem Allah lanet etmektedir, hem de (bütün) lanet ediciler(in bedduası onların üzerinedir).
-
2:160
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve çevrelerini) ıslah edip düzeltenler ve (indirilen Kur’an ayetlerini) açıklayıp (insanlara bildirenlere gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri çokça kabul edenim, Esirgeyenim.
-
2:161
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ
(Ama ne var ki) Gerçekten, inkâr edip kâfir olarak ölenler (ise, şüphesiz); Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir.
-
2:162
خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
(Kâfirler) Onda (lanette ve cehennemde) süresiz kalacak (kimselerdir); onlardan azap hafifletilmeyecek ve onlara (şefkat ve merhamet de) gösterilmeyecek (ve kendilerine yüz verilmeyecektir).
-
2:163
وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟
(Asla unutmayınız ki) Sizin İlahınız tek bir İlahtır; O'ndan başka ilah yoktur; O, Rahman'dır, Rahim'dir (Bağışlayan ve Esirgeyendir).
-
2:164
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّت۪ي تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۖ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Şüphesiz, göklerin ve yerin (böylesine mükemmel ve muhteşem olarak) halk edilişinde, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurla yeryüzünde her çeşit canlıyı yayıp (hayat vermesinde), rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre âmade bulutları evirip çevirmesinde; (evet her şeyde) elbette düşünen bir topluluk için nice deliller (mucizevi ayetler) vardır.
-
2:165
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعًاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ
(Buna rağmen) İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını (O’na) 'eş ve ortak' tutanlar (ve bazı kulları tanrı gibi kutsayanlar) vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi sevmektedirler. (Halbuki) İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri (herkesten ve her şeyden) daha kuvvetli ve şiddetlidir. (Başkalarına Allah’tan daha çok sevgi ve saygı göstermekle) O zulmedenler (insanları Allah'tan üstün gören ve İlahi kanunların uygulanmasını engelleyen zalimler), azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi (ve düşünüp anlasalardı)…
-
2:166
اِذْ تَبَرَّاَ الَّذ۪ينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ
(Hesap gününde) Azabı (ve hak ettikleri cezayı) gördüklerinde, (dünyada iken) kendilerine tâbi olunan (ama Hakka ve halkına hıyanette bulunan lider ve öncü) kimseler, (maddi ve manevi va’adlere aldanarak) peşlerine takılan kesimlerden uzaklaşıp kaçmaya (çalışacak) ve aralarındaki bütün bağlar ve tanışıklıklar yokmuş ve kopmuş gibi davranacaklardır.
-
2:167
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُ۫ا مِنَّاۜ كَذٰلِكَ يُر۪يهِمُ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْۜ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنَ النَّارِ۟
Bunun üzerine (böylesi zalim ve hain yöneticilere) uyanlar: “Keşke bir kere daha (dünyaya dönme) fırsatı verilseydi de, (orada bizi aldatıp,) şimdi bırakıp kaçtıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşıp (Hakk elçilere, adil ve asil davetçilere destek çıksaydık!)” diye (pişmanlık duyacaklardır). Böylece Allah onlara (zalim ve hain yöneticilere ve peşlerinden gidenlere; hayatları boyunca) işledikleri bütün amellerini, (ibadet ve hizmetlerini) çok derin bir hasretlik ve pişmanlık olarak gösterecek (milyonlarca insanın ezilmesine ve sömürülmesine vesile oldukları için, yaptıkları hayır ve hasenatlarına rağmen cehenneme girecekler)dir ve onlar artık ateşten çıkamayacaklardır.
-
2:168
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًاۘ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Ey insanlar, yeryüzünde bulunan şeylerin helâl ve temiz olanlarından (kazanıp) yiyin ve şeytanın adımlarını (fasık ve facir adamlarını) izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır.
-
2:169
اِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّٓوءِ وَالْفَحْشَٓاءِ وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Ki o, size (her süreçte ve) sadece kötülükleri, çirkin-hayâsız işleri emredip (ayartmaya çalışmakta) ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi (teşvik ederek fısıldayıp durmaktadır).
-
2:170
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ
Ne zaman o kimselere (gerici, gelenekçi ve taklitçi cahillere: “Gelin) Allah'ın indirdiğine (akli ve nakli delillere, insani ve İslami değerlere) uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz atalarımızı izinde ve üzerinde bulduğumuz şeye (yerleşik geleneklere ve geçmişten kalan göreneklere) uyarız” derler. (Peki) Ya ataları (ve örnek aldıkları eski toplulukları ve tarihi tabuları); akılları gerçeğe ermeyen ve doğru istikameti de bulup bilemeyen kimseler idiyse? (Hâlâ mı körü körüne onların peşinden gidecek ve köhnemiş bir geçmiş hevesiyle, gerçeklere direnecekler?)
-
2:171
وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
İnkâr edenlerin örneği, sadece (çobanların) bağırıp çağırmasından başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeden ve sürekli) haykıran (bir hayvanın) misali gibidir. Onlar (manen) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akledemez (doğru düşünüp değerlendiremez)ler.
-
2:172
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin (helâl ve) temiz olanlarından yiyin ve eğer (her türlü şirkten ve şerli düşüncelerden uzak) sadece O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin.
-
2:173
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ بِه۪ لِغَيْرِ اللّٰهِۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
O, size ölüyü (hayvan leşini), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim(ler, açlıktan ölecek kadar) muztar (zaruret ve mecburiyet durumunda muhtaç) kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (bunlardan yemesinde bile) ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, Bağışlayandır, Esirgeyendir.
-
2:174
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۙ اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Allah'ın indirdiği Kitaptan (kendilerinin ve iktidar sahiplerinin işine gelmeyen) bir şeyi göz ardı edip saklayanlar (Allah’ın emir ve hükümlerini gündeme taşımayanlar) ve (buna karşılık) onunla değeri az (bir şeyi, dünya menfaatini) satın alanlar (böylece güç odaklarının ve iktidarların keyfine göre fetva uyduranlar var ya); onların (din istismarıyla kazanıp) yedikleri, karınlarındaki ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak ve onları arındırıp temize çıkarmayacaktır. Ve onlar için acı bir azap vardır.
-
2:175
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ
Onlar, hidayete karşılık sapkınlığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. (Bu gafiller acaba) Ateşe karşı ne kadar da sabırlı ve dayanıklıdırlar! (Bu ne şaşkınlık ve sapkınlıktır.)
-
2:176
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ۟
Bu (azap), Allah’ın Kitabı şüphesiz Hakk olarak indirmesine (ve kullarını uyarıvermesine rağmen itiraz ve isyanları dolayısıyla uğradıkları cezadır. Nefsi dürtülerle) Kitap konusunda anlaşmazlığa (ihtilafa) düşenler ise, uzak bir ayrılık ve anlaşmazlık içinde (bocalamaktadırlar).
-
2:177
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
(Ey Müslümanlar!) Yüzlerinizi (namazda şuursuz ve huzursuz biçimde) Doğu'ya veya Batı'ya çevirmeniz (ve ibadette şekilcilikle yetinmeniz) iyilik değildir. Asıl iyilik; Allah'a, (ve O’na inancın gereği olarak) Ahirete, Meleklere, Kitaba ve Peygamberlere (ve onların getirdikleri dine ve düzene samimiyet ve teslimiyetle) iman etmeniz... Sevdiğiniz malınızı yakınlara, yetimlere (korumasız ve bakımsız olanlara), yoksullara, yolda kalmışlara, isteyen muhtaçlara ve borç altında esir olanlara vermeniz... Namazınızı kılmanız, zekât (vergisini) ödemeniz... Anlaşma ve sözleşmelerinizi yerine getirmeniz, (maddi ve manevi) darlık, hastalık ve cihadın kızışması zamanında sıkıntılara sabretmenizdir... İşte (iman davasında) sadık (ve samimi) olanlar ancak bunlardır... Ve gerçek müttakiler de onlardır.
-
2:178
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Ey iman edenler! (Meşru savunma mecburiyeti ve hukuk düzenini koruma görevi olmaksızın, haksız yere ve kasten) Katledilip öldürülen kimseler hakkında size kısas (misliyle cezalandırma ve idam cezası) yazıldı (farz kılındı). Özgüre karşı özgür, köleye karşı köle ve dişiye karşı dişi. (Yani cinayeti ister hür -asil ve zengin kesiminden-, ister fakir ve halktan kimselerden ve ister kadın cinsinden olsun, kim işlerse cezasını başkası değil, kendisi çekecektir.) Fakat kimin (hangi katilin) lehine, onun (maktulün) kardeşi (varisi veya velisi) tarafından bağışlanırsa, artık (yapılması gereken) örfe uymak (ve) ona (maktulün varisine veya velisine) güzellikle (diyet) ödemektir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim bundan sonra tecavüzde bulunursa, onun için elem verici bir azap vardır. [Not: Kasten öldürülen bir insanın ailesine ödenecek DİYET; çeşitli cinslerden toplam bin koyun, ya da 100 deve veya 1000 (bin) dinar altın kadardır. Bunlar bugünkü 4250 gram altın karşılığıdır. ADİL DÜZEN’de; bu kadar parası ve malı bulunmayan, yakın çevresinden de destek çıkılmayan KATİL’i cezaevine koyup beslemek yerine; devlet bu parayı ona kredi olarak açıp mağdur aileye aktarır. O katili de devlete borçlandırıp; kömür ve maden ocakları, lağım ve tünel kazıları gibi ağır işlerde, örneğin; 2,5 altın maaşla, 7 tam gün 10’ar saat çalıştırır. Bu aylığın yarısını devlet kendi çocuklarının bakımına ayırır, diğer yarısını ise borcuna mahsuben kesmek suretiyle yaklaşık 20 yılda kapatır. Böylece hem ölenin yakınları perişan duruma düşmekten, hem de katilin ailesi mağdur edilmekten kurtarılır.]
-
2:179
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ey temiz vicdan ve aklıselim sahipleri, kısasta (toplum düzeni ve disiplini için, adam öldüreni idamda) sizin için hayat (huzur ve emniyet garantisi) vardır. (İşte bu nedenle haksız yere masum insanları katledenlerin de öldürülmeleri, cinayetlerin önünü alıcı ve caydırıcı bir ceza olarak emredildi.) Umulur ki (katliamdan ve devlete isyandan) sakınırsınız.
-
2:180
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًاۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ
Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır(lı mal ve diğer imkânlar) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya (ve alâkalı olanlara) bilinen (uygun, meşru) bir tarzda vasiyette bulunması -Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size yazıldı (farz kılındı ama sonra hükmü kaldırıldı).
-
2:181
فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ
(Artık) Bundan böyle kim onu (vasiyeti) işittikten (ve kesinliğini bildikten) sonra değiştirirse, (veya gizlerse bunun) günahı elbette onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz Allah Semî’ (her şeyi duyan) ve Alîm (olan)dır.
-
2:182
فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا اَوْ اِثْمًا فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Bunun yanında; kim, vasiyet edenin haksızlığa eğilim göstereceğinden, ya da günaha gireceğinden korkup da ikisinin (vasiyet edenle, vasiyet edilenin veya ilgililerin) arasını bulup-düzeltirse, artık onun üzerinden vebal kalkacaktır. Gerçekten Allah, Bağışlayandır, Esirgeyip Acıyandır.
-
2:183
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ
Ey iman edenler, sizden önceki (ümmet)lere de yazıldığı gibi, oruç size de yazıldı (ve farz kılındı); umulur ki (bu sayede kötülük kirlerinden ve nefse esaretten) sakınırsınız (ve takvaya ulaşırsınız)...
-
2:184
اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun. Ama) ona (oruca) takati yettiği halde (bazı zaafiyetleri nedeniyle zor dayanabilenlerin) üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (borcu vardır). Kim gönülden (daha fazla) bir hayır yaparsa bu da kendisi için yararlıdır. (Ancak) Oruç tutmanız (ise) -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.
-
2:185
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ramazan ayı (niye böylesine mübarek ve muhteremdir? Çünkü) insanlar için hidayet rehberi olan (ve doğru yolu tanıtan) Kur'an bu ayda indirilmiştir. (O Kur’an ki) Furkan olan (Hakk ile Bâtıl’ı birbirinden ayıran) apaçık belgeleri (kapsayan ve gerçekleri açıklayan Kitaptır.) Öyleyse sizden kim bu aya yetişip şahit olursa artık onu (orucunu) tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık ve ikram) Sayıyı tamamlamanız (orucunuzu tutup bayrama ulaşmanız) ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı en büyük tanımanız (kalbinizdeki sahte putları kırmanız ve sadece Allah’ın rızasını arayıp O’na tapınmanız) içindir. Umulur ki (bu nimetlerin kıymetini fark edip) şükredersiniz (diye oruç size farz kılınmıştır).
-
2:186
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
(Ey Nebim!) Kullarım Sana Beni soracak olursa (onlara de ki:) muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman, dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana (hakkıyla) iman (itaat ve itimat) etsinler. Umulur ki (böylece) irşad (doğru yolu bulmuş) olacaklardır.
-
2:187
اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْۜ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَۙ فِي الْمَسَاجِدِۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Oruç (tuttuğunuz günlerin) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin örtüleriniz (gibidir), siz de onlar için (birer) örtü-elbise (yerindesiniz). Allah, (ilk farz kılındığı yılda Ramazan geceleri hanımlarınızdan ayrı durmakla) gerçekten sizin (boş yere ve aslında helâl olan bir şeyi haram görmekle) nefislerinize ihanet (haksızlık) etmekte olduğunuzu (ve birlikte yatmanıza izin verilmesi arzunuzu) bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışlayıverdi. Bundan böyle onlara (Ramazan geceleri hanımlarınıza) yaklaşabilirsiniz. Ve (artık) Allah'ın sizin için yazdıklarını (takdir buyurduklarını) isteyip ulaşmaya gayret edin. (Ramazan ayında) Fecr vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için; sonra geceye (ertesi akşam gelinceye) kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikâfta olduğunuz zamanlarda ise onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, (sakın) onlara (yasaklara) yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki (küfürden ve zulümden) sakınıp korunacaklardır.
-
2:188
وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَر۪يقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟
Aranızda birbirinizin mallarını (hırsızlık, kumar, gasp, faiz, aldatma, hile gibi) haksız ve bâtıl sebeplerle yemeye kalkmayın! (Bu kötülükleri serbest bırakan zulüm ve sömürü sistemlerine ve işbirlikçi hain yönetimlere arka çıkmayın.) Ve insanların mallarının bir kısmını (yalancı şahitliği ve çek senet hilesi gibi haram olduğunu) bile bile günah ve haksız yöntemlerle yemek için, onları (rüşvet olarak) hâkimlere aktarmayın.
-
2:189
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِۜ قُلْ هِيَ مَوَاق۪يتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّۜ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Sana, hilalleri (doğuş halindeki “ay” şekillerini) sorarlar. De ki: “O, insanlar ve hacc için belirlenmiş vakitlerdir. İyilik (birr, cahiliye âdetinde olduğu gibi), evlere arkalarından gelmeniz (gibi asılsız ve yararsız hurafeler) değildir, ama iyilik (küfür ve kötülükten) sakınan(ın halidir). Artık evlere (ön dış) kapılarından girin. Allah'tan sakının, umulur ki kurtuluşa ulaşırsınız.”
-
2:190
وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ
Sizinle (Dininiz, devletiniz, ülkeniz ve hürriyetiniz konusunda ve çeşitli yollarla) savaşanlara karşı, (siz de) Allah yolunda (ve geçerli olan silah ve metotlarla) çarpışın; (ancak) aşırılığa kaymayın! Kesinlikle Allah aşırı gidenleri sevmez. (Bu nedenle haddi aşmayın ve haksızlığa sapmayın.)
-
2:191
وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَاَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ اَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِۚ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتّٰى يُقَاتِلُوكُمْ ف۪يهِۚ فَاِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْۜ كَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ
(Size düşmanlık yapanları, birlik ve dirliğinizi bozmaya çalışanları, saldırıya ve isyana kalkışanları) Onları bulduğunuz yerde öldürün ve sizi (yurdunuzdan, huzur ve hürriyet ortamınızdan) çıkardıkları gibi siz de onları (etkili ve yetkili konumdan ve işgal ettikleri makam ve topraklardan) çıkarın! (Çünkü;) Fitne, katl’den eşeddir! (Yani zalimlere ve hainlere fitne ve fesatlık imkânı ve iktidarı vermek, hayırlı bir hizmet ve hareketi bölmek ve engellemek “Katl”den-öldürmek için savaşmaktan daha şiddetli-tehlikeli sonuçlar doğuracaktır!..) Ancak, hatta ki onlar, size karşı savaş açmadıkça, siz Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. (Ama) Onlar sizinle savaşırlarsa, siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir.
-
2:192
فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Şayet onlar (savaşa ve fitne çıkarmaya, birlik ve dirliğinizi bozmaya) son verirlerse (fesatlıktan vazgeçip itaat ederlerse, siz de mücadeleyi bırakın). Şüphesiz Allah, Bağışlayandır Esirgeyendir.
-
2:193
وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ لِلّٰهِۜ فَاِنِ انْتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ اِلَّا عَلَى الظَّالِم۪ينَ
(Bununla beraber, ülkenizde, bölgenizde ve yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya (herkese temel insan haklarını sağlayan bir dünya düzeni kuruluncaya; adalet ve hürriyet ortamını bozmaya kalkışan fesat odakları etkisiz bırakılıncaya) kadar onlarla (zulüm odaklarıyla) çarpışıp (Hakkı hâkim kılmaya çalışın!) [“Onlara (gizli, açık düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar (bütün imkânları kullanarak siyasi, askeri ve iktisadi her türlü) kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar,(bugün ise üretilip devamlı bakımı yapılan uçaklar, füzeler ve tanklar) hazırlayın.” (Enfâl: 60)] Eğer (kâfir ve hain odaklar saldırı ve fesatlıktan) vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına karşı düşmanlık yoktur (saldırganlık ve zulümkârlık caiz değildir).
-
2:194
اَلشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدٰى عَلَيْكُمْۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
Hürmetli ay, hürmetli aya karşılıktır. (Haklara ve anlaşmalara riayetler karşılıklıdır.) Haramlara (işlenen cinayet ve suçlara) karşı da (misliyle-dengiyle karşılık) kısas vardır (hürmetler karşılıklıdır). Kim size saldırırsa, siz de ona size yaptıklarının misliyle-dengiyle saldırın. (Ama daha ileri gitmeyin ve zulme meyletmeyin.) Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah müttakilerle beraberdir.
-
2:195
وَاَنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚۛ وَاَحْسِنُواۚۛ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ
Allah yolunda (Adil bir Düzen kurulsun, hazırlıklı ve caydırıcı bir savunma gücünüz bulunsun diye) infak (harcama ve fedakârlık) yapın; ve sakın kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. (Cihad yolunda sorumluluktan kaçmak ve maddi fedakârlıktan kaytarmak suretiyle bütün servet, hürriyet ve haysiyetinizi düşmanlara kaptırmayın.) Daima ihsanlı (sorumlu ve duyarlı) davranın (Hakkı hâkim kılma ve milli savunma konusunda oldukça dikkatli ve gayretli çalışın, görev ve sorumluluklarınızı en iyi şekilde yerine getirmeye bakın). Şüphesiz Allah, ihsan ve iyilik ehlini sever (ve mükâfatlandırıp başarıya eriştirir).
-
2:196
وَاَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّٰهِۜ فَاِنْ اُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِۚ وَلَا تَحْلِقُوا رُؤُ۫سَكُمْ حَتّٰى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ بِه۪ٓ اَذًى مِنْ رَأْسِه۪ فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ اَوْ صَدَقَةٍ اَوْ نُسُكٍۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ۠ فَمَنْ تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ اِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ اِذَا رَجَعْتُمْۜ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌۜ ذٰلِكَ لِمَنْ لَمْ يَكُنْ اَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
(Size emredildiği ve öğretildiği biçimde) Haccı ve umreyi Allah için tamamlayıverin. Eğer (düşman tehlikesi, hastalık ve buna benzer nedenlerle) kuşatılır, kısıtlanır ve engel olunursanız, artık size kolay gelen kurban(ı gönderin). Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden kim hasta ise veya başından şikâyeti varsa, onun ya oruç ya sadaka veya kurban olarak fidye (vermesi yeterlidir). Ne zaman güvenliğe kavuşursanız, hacca kadar umre ile yararlanmak isteyene, kolayına gelen bir kurban(ı kesmek gerekir). Bulamayana da, hacc'da üç gün, döndüğünüzde yedi (gün) olmak üzere, bunlar, tamı tamına on (gün) oruç (tutması tavsiye edilmiştir). Bu, ailesi Mescid-i Haram'da olmayanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki, muhakkak Allah’ın cezası pek çetindir.
-
2:197
اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ
Hacc, bilinen aylarda (yapılır). Böylelikle kim onlarda (bu aylarda) haccı (niyetlenip ihrama girerek kendisine) farz eder (yerine getirir)se, (bilsin ki) hacc’da kadına yaklaşmak, fısk yapmak (günah ve kötülüğe bulaşmak) ve çekişip kavgaya tutuşmak yoktur. Siz, hayır adına ne yaparsanız, Allah onu bilir. (Artık ahiret hazırlığı için) Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, Benden korkup (sizi cehenneme sokacak davranışlardan) sakının.
-
2:198
لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْۜ فَاِذَٓا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ
(Hacc mevsiminde bile) Rabbinizden bir fazıl (rızık ve kazanç) aramanızda (ticaret yapmanızda) sizin için sakınca yoktur. Arafat'tan hep birlikte (Müzdelife’ye) indiğiniz vakitte Meş'ar-ı Haram'da (Mekke’de, Arafat’la Mina arasındaki ziyaret durağında) Allah'ı anın (zikredip yalvarın). O, sizi nasıl doğru yola yöneltip-ilettiyse, siz de (ibadet ve itaatle) O'nu anıp hatırlayın. (Zikir ve dua ile Rabbinize yalvarın) Gerçek şu ki, siz bundan (İslam’dan) önce hakikaten şaşkın ve sapkın olanlardandınız.
-
2:199
ثُمَّ اَف۪يضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sonra insanların (Kâbe’ye doğru topluca) akın edip (huzur ve heyecanla gittiği) yerden (şeytanı taşladıktan sonra Mina’dan Kâbe’ye doğru) siz de akın edip (yürümeye bakın) ve Allah'tan bağışlanma dileyip yakarın. Şüphesiz Allah Bağışlayandır, Esirgeyip Koruyandır.
-
2:200
فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْرًاۜ فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ
Artık (hacc) ibadetlerinizi bitirdiğinizde; (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız (onların şeref ve faziletlerini heyecanla anlatıp övmeye çalıştığınız) gibi; hatta ondan daha kuvvetli (ve içtenlikli) bir yalvarma ile, (bundan böyle) Allah’ı zikredip çağırın. (Bu ayette heyecanlı cehri-açık zikre izin ve teşvik vardır.) İnsanlardan öylesi vardır ki (ahireti önemsiz görüp): "Rabbimiz, bize (her nimeti) dünyada ver" der; (ahireti ve Allah’ın va’adini küçümser; elbette) onun ahirette nasibi yoktur, olmayacaktır.
-
2:201
وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin (cehennemin) azabından koru" diyerek (yalvarmakta ve dengeli davranmaktadır).
-
2:202
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
İşte bunların kazandıklarına (güzel davranışlarına ve ahiret hazırlıklarına) karşılık nasipleri vardır. Allah, hesabı pek süratli olandır.
-
2:203
وَاذْكُرُوا اللّٰهَ ف۪ٓي اَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ تَعَجَّلَ ف۪ي يَوْمَيْنِ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۚ وَمَنْ تَاَخَّرَ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۙ لِمَنِ اتَّقٰىۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
(Hacc dönemindeki) Sayılı günlerde Allah'ı anıp (özel dualarla zikredin ve arifeden dördüncü güne kadar farz namazlarından sonra tekbir getirin.) İki gün içinde (Mina'dan dönmek için) elini çabuk tutana günah yoktur, (bekleyip) geri kalana da günah yoktur. (Her ikisi de geçerlidir, bu) Sakınan (takva ehli) için (uygun bir yoldur). Allah'tan korkup (ibadet ve hizmetlerde gevşeklik yapmaktan) sakının ve gerçekten bilin ki, siz O'na döndürülüp, bir araya getirileceksiniz.
-
2:204
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّٰهَ عَلٰى مَا ف۪ي قَلْبِه۪ۙ وَهُوَ اَلَدُّ الْخِصَامِ
(Ey Resulüm!) İnsanlardan öylesi vardır ki, (aslında İslam’a hasım ve Sana hain oldukları halde) dünya hayatına ilişkin sözleri (kahramanlık gösterileri, başarılı girişimleri, kolaycı ve çıkarcı projeleri) Senin hoşuna gidecektir ve (böyleleri) kalbindekine (münafıklık ve menfaatçilik düşüncesine) rağmen Allah'ı şahit getirir (yeminler ederek dine ve davaya sadık ve samimi olduğunu belirtir); oysa o (gizli ve tehlikeli) azılı bir düşman (yerindedir).
-
2:205
وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ
(Çünkü bu tipler, Hakk davadan döneklik ederek) Sırtını çevirip gittiği ve işbaşına (iktidara) geçtiği zaman; (ülkesinde ve) yeryüzünde (barış kılıflı) bozgunculuğa girişmeye, ekini ve nesli (bozup) helak etmeye çaba gösterir. (Genleri bozulmuş İsrail tohumları ile bitki ve hayvan türlerini ve bebeklerin-gençlerin geleceğini tahribe yönelir.) Allah ise, (fitne ve fesadı) bozgunculuğu sevmemektedir. [Not: Başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de; 8 Kasım 2006’da çıkarılan 5553 sayılı Hibrit Tohum Kanunu’yla, yerli tohumlarımıza yasak getirilmiş ve uzmanlara göre bu uygulamadan sonra hastalık ve ölüm oranlarında tam üç kat artış gözlenmiştir.]
-
2:206
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُ اتَّقِ اللّٰهَ اَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْاِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُۜ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ
Bunlara: "Allah'tan kork!" (Bu hıyanet ve tahribatlarından vazgeç) denildiğinde ise, büyüklük gururu (ve sapkınlık durumu) onu (daha da kuşatıp isyana ve) günaha sürüklemektedir. Böylelerine cehennem yeterlidir; ne kötü bir yataktır o, (girince göreceklerdir.)
-
2:207
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْر۪ي نَفْسَهُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ
(Ama) İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını ara(yıp kazan)mak amacıyla nefsini (hevâsını, dünyalık rahatını ve menfaatini) feda etmekte (zulme ve hıyanete karşı tek başına direnmekte ve her türlü baskı ve barbarlığa göğüs germekte)dir. Allah, kullarına karşı (Raûf) şefkat sahibidir. (Münafık ve menfaatçi tipler ise, dinlerini ve davalarını satıp dünyalık makam ve menfaat elde etmektedirler.)
-
2:208
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَٓافَّةًۖ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ
Ey iman edenler! Hepiniz birlikte (ve her hükmünde bir hayır olduğunu bilerek) topluca barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'ın selamet ve saadet düzenine) girin ve şeytanın (Siyonist ve emperyalist odakların) adımlarını (zalim planlarını ve teşkilatlarını takip ve tercih edip) izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır (bunu bilin ve ona göre hareket edin).
-
2:209
فَاِنْ زَلَلْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Size, (Kur’an ve Sünnet gibi) apaçık belgeler (ayetler) geldikten sonra eğer yine (Silm’den= adil barış ve bereket düzeninden) ayağınız kayar da (saparsanız), bilin ki Allah, gerçekten Üstün ve Güçlüdür, Hüküm ve Hikmet sahibidir.
-
2:210
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَأْتِيَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَقُضِيَ الْاَمْرُۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟
Onlar, ille de bulut gölgeleri içinde Allah'ın (azabının) meleklerle onlara gelmesini ve (azap) emrinin (hemen) gerçekleşmesini (ve işlerinin bitirilmesini) mi gözlüyorlar? Oysa bütün işler Allah'a dönmektedir.
-
2:211
سَلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ كَمْ اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ اٰيَةٍ بَيِّنَةٍۜ وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
İsrailoğullarına sor, onlara nice açık ayet(ler) verdik. (Oysa mucizeler) Kendilerine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini (ve kendi niyetini) değiştirirse (kötülük ve nankörlüğe yönelirse, bilsin ki) şüphesiz Allah(ın) cezası pek şiddetlidir.
-
2:212
زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذ۪ينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
İnkâr edenlere (kâfirlere ve gafillere) dünya hayatı çekici kılındı (ve süslendi). Onlar, iman edenlerden kimileriyle alay ederler. Oysa (takva ehli olarak) korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakınanlar, kıyamet günü onların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.
-
2:213
كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۚ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
İnsanlar bir tek ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında (adaletle) hüküm vermek üzere Hakkı içeren kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları' yüzünden anlaşmazlığa düşenler, işte o (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri (konularda hidayet edip) Kendi izni (ve iradesiyle) gerçeğe eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğru yola yöneltir.
-
2:214
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْۜ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ
Yoksa siz, daha önce gelip geçen (kavimlerin durumu) başınıza gelmeden (onların İslam yolunda ve imtihan amacıyla çektiklerini siz de çekmeden; dünyada Adil Devlete erişeceğinizi, ahirette ise) cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öylesine belalar, yoksulluk ve hastalıklar dokunmuş ve öylesine sarsılmışlardı ki, sonunda peygamber ve onunla birlikte iman eden kimseler; “Allah'ın yardımı ne zaman?” diyecek (kadar çaresiz kalmışlar ama buna rağmen davalarından asla caymamışlardı. Sadakat ve samimiyetlerini böylece ispat ettikten sonra) İyi bilin ve bekleyin ki, artık Allah'ın yardımı yakında erişecektir.
-
2:215
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ
Sana neyi (ve kime) infak edeceklerini sorarlar. De ki: “Hayır olarak infak edeceğiniz şey; anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlaradır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir.” (İslam’daki infak sigortası; ana, baba ve yakın akrabaların bakımı için, devletin bilgisi ve özendirmesi dahilindeki bir geçim ve bakım garantisi gibidir.)
-
2:216
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟
(Ey mü’minler!) Hoşunuza gitmediği (rahatına ve dünya hayatına düşkün nefislerinizin istemediği) halde, (imtihan sırrı, haysiyet ve hürriyetinizin korunması amacıyla) Kıtal (savaşıp vuruşmak) üzerinize yazıldı (farz kılındı). Aslında hoşlanmadığınız bir şey, belki de sizin için hayırlıdır; sevdiğiniz ve arzuladığınız bir şey de, olur ki sizin için şerli ve zararlıdır. (Her şeyin doğrusunu ve hayırlısını) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
-
2:217
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ ف۪يهِۜ قُلْ قِتَالٌ ف۪يهِ كَب۪يرٌۜ وَصَدٌّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌ بِه۪ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِه۪ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِۚ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِۜ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوكُمْ عَنْ د۪ينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُواۜ وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Sana haram ayı ve onda savaşmayı-çarpışmayı sorarlar. De ki: “(Haksız yere ve hayırsız bir niyetle) O ayda savaşmak büyük (bir vebal almaktır). Ancak, (mü’minleri) Allah’ın yolundan (Kur’ani hükümleri uygulayıp yaşamaktan) alıkoymak, Onu (Hz. Peygamberi ve İslam düzenini) inkâra kalkışmak, Mescid-i Haram’a (Hacc ve Umre yolculuğuna ve diğer İslami şiarın canlı tutulmasına) engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, (Hz. Peygamber Aleyhisselam'ı ve Ashab-ı Kiramı, Mekke’den hicrete zorlamak ve kıyamete kadar Müslümanları bulundukları ülkelerin yönetiminden ve adil bir düzen kurma yetkisinden uzaklaştırmak ise) daha büyük (bir günah ve haksızlıktır. Çünkü) Fitne (çıkarmak, şeytani düşüncelerle planlar hazırlamak) savaşıp çarpışmaktan (ve hatta adam öldürmekten) daha büyük (bir fesatlıktır.” Unutmayınız ki o fitne odakları ve anarşist uşakları) Eğer güçleri yeterse (ve fırsat düşerse) sizi dininizden (İslami düşünce ve düzeninizden) geri çevirinceye (sizi zalim ve kâfirlere karşı ılımlı ve uyumlu köleler haline getirinceye) kadar, sizinle savaşmaktan geri durmayacaklardır. (Artık) Sizden kim dininden geri döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacak (ve azap çekeceklerdir).
-
2:218
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. (Hakk hâkim olsun diye cihad etmeden cennet özleyenler ise boş bir aldanış içindedirler.) Allah Bağışlayandır, Esirgeyendir.
-
2:219
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِۜ قُلْ ف۪يهِمَٓا اِثْمٌ كَب۪يرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِۘ وَاِثْمُهُمَٓا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَاۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلِ الْعَفْوَۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَۙ
Sana içki ve kumar hakkında sorarlar(sa) de ki: “Bunlarda insanlar için (basit ve bayağı bazı) menfaatler (geçici rahatlama ve kazançlar) bulunsa da, her ikisi de aslında büyük günahtır. Ancak günahı ve zararı faydalarından katbekat fazla olan (kötü alışkanlıklar)dır.” Ve yine Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “Afv” (Yani; Senin, ailenin ve zaruri hizmet giderlerinin dışında) "ihtiyaçtan artakalanı (hayır ve hizmet yolunda harcayabilirsiniz veya insanların kusurlarını bağışlayıp hakkınızdan vazgeçebilirsiniz)." Böylece Allah, size ayetlerini açıklıyor; umulur ki düşünür (ve gereğini yerine getirirsiniz). [Not: İçki ve kumar aşamalı şekilde, Maide Suresi 90. ayetiyle kesin olarak yasaklanmıştır.]
-
2:220
فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْيَتَامٰىۜ قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌۜ وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَعْنَتَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Hem dünya, hem ahiret (konusunda dikkatli hareket etmeniz, infakta da dengeyi gözetmeniz gerekir). Ve Sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları ıslah etmek (ve topluma yararlı hale getirmek) hayırlı (bir görevdir). Eğer onları aranıza katarsanız (bu güzeldir ve şefkatli hareket edilmelidir), artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah bozgunculuk (fesat) çıkaranı ıslah ediciden (ayırt edip) bilir. Eğer Allah dileseydi size de zorluk çıkarıp (aciz ve çaresiz bırakabilirdi). Şüphesiz Allah Güçlü ve Üstün olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir."
-
2:221
وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّۜ وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواۜ وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِه۪ۚ وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ۟
Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman eden bir cariye (cahiliye toplumunda fakir ve hakir görülen kızlar ve kadınlar; güzelliği ve zenginliği), hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman eden bir köle, (düşük statüde görülen kesimden mü’min ve müstakim kimse; varlığı ve yakışıklılığı) hoşunuza gitse bile müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, (şirk ve şekavet ehli odaklar sizi) ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O (Allah), insanlara ayetlerini (böyle) açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.
-
2:222
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَح۪يضِۜ قُلْ هُوَ اَذًىۙ فَاعْتَزِلُوا النِّسَٓاءَ فِي الْمَح۪يضِۙ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَۚ فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ
Sana 'kadınların aybaşı halini' sorarlar. De ki: "O, bir rahatsızlık (eza)dır. (Fizyolojik ve psikolojik bir sıkıntıdır. Bu nedenle) Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde ise, Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın. Şüphesiz Allah, (samimi ve sürekli) çokça tevbe edenleri sever, (her yönden iyice) temizlenenleri de sever."
-
2:223
نِسَٓاؤُ۬كُمْ حَرْثٌ لَكُمْۖ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ اَنّٰى شِئْتُمْۘ وَقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ مُلَاقُوهُۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Kadınlarınız sizin tarlanızdır (onlar bebeklerinizin ve neslinizin analarıdır, huzur ve onurunuzun sigortalarıdır); tarlanıza (meşru yerden ve yöntemlerle, insani edep ve erdemle) dilediğiniz gibi varın. Kendiniz için (geleceğe hazırlık olarak güzel davranışlar) takdim etmeye (bakın). Allah'tan korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının ve bilin ki elbette O'na kavuşacaksınız. İman edenlere müjde ver (ki ahiret ve sonsuz saadet kendilerinindir).
-
2:224
وَلَا تَجْعَلُوا اللّٰهَ عُرْضَةً لِاَيْمَانِكُمْ اَنْ تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Bir de yeminlerinizi bahane ederek; iyilik yapmanıza, (kötülükten) sakınmanıza ve insanların arasını düzeltip bulmanıza Allah'ı engel kılmayın. (Hayırsız ve yararsız yeminlerinizi bozmanız lazımdır; iyilik yapmanıza, kötülüklerden sakınmanıza ve insanların arasını düzeltip, barışa katkıda bulunmanıza, Allah adına yaptığınız yeminler engel sayılmamalıdır.) Allah (her şeyi) İşitendir, (hakkıyla) Bilendir.
-
2:225
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ
Allah sizi, yeminlerinizdeki 'rastgele söylemlerinizden, boş ve kasıtsız olarak (ağzınızdan çıkan) sözler'den dolayı sorumlu tutmaz; fakat kalplerinizin (aldatma niyetli) kesb ve girişimlerinden dolayı sorumlu tutar. Allah Bağışlayandır, yumuşak davranandır (Halîm’dir).
-
2:226
لِلَّذ۪ينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ تَرَبُّصُ اَرْبَعَةِ اَشْهُرٍۚ فَاِنْ فَٓاؤُ۫ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Kadınlarından uzaklaşmaya (ve onları boşamaya) yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde pişman olup eşlerine) dönerlerse, (nikâhları yenilenmiş olacaktır;) şüphesiz Allah, Bağışlayandır, Esirgeyendir.
-
2:227
وَاِنْ عَزَمُوا الطَّلَاقَ فَاِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
(Yok) Eğer boşamada kararlı davranırlarsa (ve artık birlikte yaşama istekleri ve sevgileri hiç kalmamışsa, hâkim tarafından boşanırlar). Şüphesiz Allah, İşitendir, Bilendir.
-
2:228
وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ف۪ٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحًاۜ وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذ۪ي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۖ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
Boşanmış kadınlar (tekrar evlilik kararı almaları için) kendi kendilerine üç 'ay hali ve temizlenme süresi' beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın rahimlerinde yarattığını (hamile olduklarını) saklamaları onlara helâl olmaz. Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse (kadınlar da rıza gösterirse), onları geri almada (başkalarından) daha çok hak sahibidirler. Kadınların da erkekler üzerinde aynı şekilde (örf ve geleneklere ve hukuki prensiplere uygun) denk (ma’ruf ve meşru) hakları vardır. Sadece erkekler için (aile sorumlulukları ölçüsünde) onlar üzerinde bir derece (tercih payı) bulunmaktadır. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
-
2:229
اَلطَّلَاقُ مَرَّتَانِۖ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْر۪يحٌ بِاِحْسَانٍۜ وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَأْخُذُوا مِمَّٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ شَيْـًٔا اِلَّٓا اَنْ يَخَافَٓا اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۙ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا ف۪يمَا افْتَدَتْ بِه۪ۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَعْتَدُوهَاۚ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
(Karşılıklı ve geri dönüş imkânlı) Boşanma iki sefer (geçerli)dir. (Sonra eşlerinizi) Ya iyilikle tutmak veya güzellikle bırakmak (gerekir). Onlara (kadınlara mehir olarak) verdiğiniz bir şeyi geri almanız size helâl değildir; ancak ikisinin (artık geçinme imkânı kalmayıp) Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olmaları (durumu hariçtir). Eğer (karı-koca her) ikisinin de artık Allah'ın sınırlarını (huzurlu aile hayatını) ayakta tutamayacaklarından korkarsanız, bu durumda (kadının) fidye vermesinde (mehir ve nafaka hakkından vazgeçmesinde) ikisi için de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; onlara tecavüz etmeyin. Kim Allah'ın sınırlarına tecavüz ederse, onlar zalimlerin ta kendileridir.
-
2:230
فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّٰى تَنْكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُۜ فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يَتَرَاجَعَٓا اِنْ ظَنَّٓا اَنْ يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Eğer yine onu (kadını üçüncü defa tekrar) boşarsa, (kadın) onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça, artık ona (eş olarak) helâl olmaz. Eğer (bu yeni kocası da) onu boşarsa, onlar (ilk koca ile karısı) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını sanıyorlarsa, tekrar birbirlerine dönmelerinde ikisi için bir günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; bilen bir topluluk için bunları (böyle) açıklayıp (öğütlemektedir).
-
2:231
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍۖ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا لِتَعْتَدُواۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُۜ وَلَا تَتَّخِذُٓوا اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُوًاۘ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ۟
Kadınları boşadığınız zaman; onlar da (iddet bekleme) sürelerinin (sonuna) yaklaşmışlarsa, (mahkeme huzurunda ve resmiyet yoluyla) ya güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın. Fakat haklarını ihlal edip zarar vermek için onları (yanınızda zorla) tutmayın (mahkemeyi uzatmayın). Kim böyle yaparsa artık o, kendi nefsine (ve eski eşine) zulmetmiş (ve günah işlemiş) olur. Allah'ın ayetlerini (ve nikâhla ilgili prensipleri) oyun ve istismar (konusu) edinmeyin ve Allah'ın size verdiği nimeti ve size öğüt olarak indirdiği Kitabı ve hikmeti hatırlayıp (ona göre davranın). Allah'tan korkup (kadınlarınıza haksızlık yapmaktan) sakının ve bilin ki, Allah her şeyi Bilendir.
-
2:232
وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Kadınları boşadığınızda, iddet (mecburi bekleme) sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle ma’ruf (bilinen, meşru biçimde) anlaştıkları (karı-koca yeniden uzlaşıp uyuştukları) takdirde- onların, kendilerini kocalarına nikâhlamalarına engel çıkarmayın. (Bu kadınları evlenme konusunda özgür bırakın.) İşte, içinizde Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.
-
2:233
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَۜ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِه۪ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ فَاِنْ اَرَادَا فِصَالًا عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۜ وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
(Boşandıktan sonra bebekleri konusunda) Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği ve giyeceği bilinen (örf)e uygun olarak, çocuk kendisinin olana (babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında (yük ve sorumluluk) teklif edilmez. (Böylece) Anne çocuğu yüzünden, çocuk kendisinin olan baba da çocuğu nedeniyle zarara uğratılmasın; mirasçı üzerinde(ki sorumluluk ve görev) de bunun gibidir. Eğer (anne ve baba) aralarında rıza ile ve danışarak (çocuğu iki yıl tamamlanmadan) sütten ayırmayı isterlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (bir sütanneye) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi (ücretlerini) örfe uygun olarak ödedikten sonra (yine) size bir sorumluluk yoktur. Allah'tan korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı Görendir.
-
2:234
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْرًاۚ فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
İçinizden ölen (vefat eden) kimselerin (geride) bıraktığı eşler, kendi kendilerine dört ay on (gün) gözetleyip beklerler. Bu iddet bekleme süresi dolduğunda, artık onların kendileri hakkında ma’ruf (uygun ve meşru) bir şekilde (hür iradeleriyle) yaptıkları (meşru tercih ve davranışları)ndan dolayı size sorumluluk (ve engel olma hakkı) yoktur. Allah, işlediklerinizden haberi olandır.
-
2:235
وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪يمَا عَرَّضْتُمْ بِه۪ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَٓاءِ اَوْ اَكْنَنْتُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلٰكِنْ لَا تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا اِلَّٓا اَنْ تَقُولُوا قَوْلًا مَعْرُوفًاۜ وَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتّٰى يَبْلُغَ الْكِتَابُ اَجَلَهُۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟
(Böyle iddet bekleyen) Kadınları nikâhlamak istediğinizi (ima edip onlara) sezdirmenizde, ya da böyle bir isteği gönlünüzde beslemenizde de sizin için bir sakınca yoktur. Gerçekte Allah, sizin onları (kalbinizden geçirip) anacağınızı bilir. Fakat sakın bilinen (meşru) sözler (örfi ve ahlâki girişimler) dışında; onlarla (boşandığınız veya alacağınız kadınlarla) gizlice va’adleşmeyin (kirli ilişkilere girmeyin); bekleme süresi (iddetleri) tamamlanıncaya kadar, nikâh bağını akdedip resmileştirmeye kesin karar vermeyin. Ve bilin ki, elbette Allah kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık ondan (gizli ve kirli ilişkiler kurmak konusunda Allah’tan korkup çirkin işlerden) kaçının. Ve bilin ki, (geçmişteki günahlarınızdan dolayı) şüphesiz Allah Bağışlayandır, (kullara) yumuşak davranandır.
-
2:236
لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَر۪يضَةًۚ وَمَتِّعُوهُنَّۚ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَاعًا بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُحْسِن۪ينَ
(Nikâh kıydığınız halde) Kendilerine el sürmediğiniz ve mehirlerini tespit etmediğiniz kadınları ise (onunla uyuşup uzlaşamayacağınız kanaati hâsıl olunca zifaftan önce) boşamanızda (ve karşılıklı anlaşıp ayrılmanızda) sizin için bir sakınca yoktur. Bu durumda onlara (uygun miktar) maddi menfaat sağlayın; zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında, ma’ruf (meşru ve örfe uygun) bir şekilde yararlandırsın. (Bu,) İyilik edenler (muhsinler) üzerine (borç olan) bir haktır.
-
2:237
وَاِنْ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَر۪يضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ اِلَّٓا اَنْ يَعْفُونَ اَوْ يَعْفُوَا الَّذ۪ي بِيَدِه۪ عُقْدَةُ النِّكَاحِۜ وَاَنْ تَعْفُٓوا اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۜ وَلَا تَنْسَوُا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Eğer onlara mehir tespit eder de, (sonra) el sürmeden (gerdeğe girmeden) boşarsanız, bu durumda -kendilerinin veya nikâh akdi elinde bulunan (vekil ve vasi olan kimselerin) bağışlaması hariç- tespit ettiğiniz (mehir)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız (ise) takvaya daha yakındır. Aranızdaki (yakınlık ve tanışıklıktan doğan) fazlı (fazladan hakkı ve hatırı) da unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı Görendir (ve ona göre muamele buyurandır).
-
2:238
حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِت۪ينَ
Namazları ve (hele) orta (ikindi) namazını (şartlarına ve huzuruna dikkat ederek ve titizlik göstererek kılıp) koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun (içten bir saygınlık ve bağlılıkla Allah’a kulluk edin).
-
2:239
فَاِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا اَوْ رُكْبَانًاۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ
Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, (o vakit) yaya (yürür vaziyette) iken veya binek üzerinde (namazı vakti içinde) kılın. Güvenliğe eriştiğinizde ise, yine bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı zikredin. (İbadetlerinizi Peygamberin gösterdiği şekilde yerine getirin.)
-
2:240
وَالَّذ۪ينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًاۚ وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعًا اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍۚ فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ ف۪ي مَا فَعَلْنَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sizden (birisi) ölüp de (geride dul) eşler bırakırsa; (bu zevcelerin halen oturdukları evlerinden) çıkarılmadan, bir yıla kadar yararlanmaları (ve geçimlerinin sağlanmaları) için vasiyette bulunsunlar. (Dul hanımlarını mahrum ve mağdur bırakmasınlar.) Ama onlar, (kendiliklerinden bu evlerden) çıkarlarsa, artık onların ma’ruf (meşru) olarak kendileri adına yaptıklarından dolayı size bir günah ve sorumluluk yoktur. Allah Güçlü ve Üstün olandır. Hüküm ve Hikmet sahibidir. [Not: Bu vasiyet, miras ayetiyle nesh edilip yeniden düzenlenmiştir.]
-
2:241
وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِۜ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَ
Boşanan (kadın)ların (iddet bekleme süresince) ma’ruf (örfe uygun) bir tarzda yararlanma (ve geçim pay)ları vardır. Bu, (günahtan) sakınanlar üzerinde bir hak ve farz olan bir görevdir. (Eğer boşanırlarken, karşılıklı rıza ile bir nafaka anlaşmasına varmışlarsa, hâkim tarafından verilen karara uyulmalıdır.) [Not: İddet; boşanan kadınların “Mecburi bekleme süresi” için kullanılır. Bu süre dolmadan, başkasıyla evlenmesi haramdır. 1- Boşanıp da hamile olmayan kadınların iddeti; 3 hayız görme ve temizlenme müddeti (100 gün) kadardır. 2- Kocası ölen kadınların iddeti -bekleme süresi- ise; a- Eğer gebe ise, doğum yapıncaya kadar geçen zamandır. b- Şayet gebe değillerse iddetleri 4 ay 10 gün (130 gün) olacaktır. 3- Hayızdan kesilmiş yaşlı kadınların iddeti ise 3 aydır.]
-
2:242
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ۟
İşte akıl edip düşünesiniz (ve emirlerini yerine getiresiniz) diye Allah ayetlerini size böyle açıklayıp (öğretmektedir).
-
2:243
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ اُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِۖ فَقَالَ لَهُمُ اللّٰهُ مُوتُوا ثُمَّ اَحْيَاهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
Şu binlerce kişi (oldukları halde cihaddan kaytarmak ve güya hayatlarını garantiye almak için), ölüm korkusuyla (vatan savunmasını bırakarak) yurtlarından çıkıp kaçanların durumunu görmedin mi? (Ne garipti!) Oysa Allah ‘ölün’ derse ölecekler, ‘yaşayın’ derse yaşayacaklar(dı ve her şey Allah’ın takdirindeydi). Allah insanoğluna fazıl (ihsan ve ikram) sahibiydi. Fakat insanların çoğu şükretmeyip nankörlük etmektedirler.
-
2:244
وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
(Öyleyse Hakk hâkim olsun ve halk huzur bulsun diye) Allah yolunda çarpışıp savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah Semî’ (kalbî arzuları ve duaları işitendir), Alîm (her şeyi hakkıyla bilendir).
-
2:245
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُٓ اَضْعَافًا كَث۪يرَةًۜ وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Kim Allah'a (O’nun rızası için muhtaç kullarına) güzel (ve manevi) bir borç verecek olursa (birikimini faizsiz devlet bankasına yatırırsa); bu (ahiret hazırlığı olan harcamaları) kat kat fazlasıyla kendisine (bir yatırım olarak) geri ödenecektir! Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Siz (elbette) O'na döndürüleceksiniz.
-
2:246
اَلَمْ تَرَ اِلَى الْمَلَاِ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰىۢ اِذْ قَالُوا لِنَبِيٍّ لَهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ اَلَّا تُقَاتِلُواۜ قَالُوا وَمَا لَنَٓا اَلَّا نُقَاتِلَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَقَدْ اُخْرِجْنَا مِنْ دِيَارِنَا وَاَبْنَٓائِنَاۜ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ
(Ey Nebim! Sana seyrettirdiğimiz kader filminin tarih kayıtlarında) Görmedin mi; (Hz.) Musa'dan sonra (Mısır'dan çıkarılan ve ıssız, verimsiz çöllerde esir hayatı yaşamaya mecbur bırakılan) İsrailoğullarının ileri gelenleri peygamberlerine gidip: “Bize bir komutan-melik tayin et ki; (onun emrinde) Allah yolunda (cihad edip) çarpışalım" demişlerdi. (O zat kendilerine şunu) Söyledi: “Ya size kıtal=cihad farz kılınır da, sonra sözünüzden döner ve çarpışmaktan=cihaddan kaçarsanız (büyük bir günah yüklenmiş olursunuz. Gerçekten hürriyet ve selamete kavuşmak için cihad etmek mi istiyorsunuz, yoksa kuru kahramanlık mı taslıyorsunuz?” Onlar ise cevaben:) "Bizler niçin Allah yolunda çarpışmayalım (ve niçin cihaddan kaçalım) ki; yurtlarımızdan, (yuvalarımızdan zorla) çıkarılmış ve çoluk çocuğumuzdan ayrılıp (buralara sürülmüşken… Böyle esir ve zelil yaşamaktansa ölmeyi tercih ederiz)” dediler... Fakat vaktâki (ve ne yazık ki) kendilerine (zulümle ve zalimlerle) çarpışma (ve cihad izni) yazılıverilince içlerinden pek azı hariç, çoğu (cihaddan ve sorumluluktan) yüz çevirip (ayrıldılar.) [Tefsirlerin ve tarihçilerin rakamına göre yirmi bin kişiden on beş bini caydı, ancak beş bini kaldı.] Allah (zaten) zalimleri çok iyi bilir. (Ve böyle imtihanlarla herkese de gösterir.)
-
2:247
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اللّٰهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًاۜ قَالُٓوا اَنّٰى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ اَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ الْمَالِۜ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِۜ وَاللّٰهُ يُؤْت۪ي مُلْكَهُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Peygamberleri (sözünde sadık kalanlara) dedi ki: “Allah (CC) Talut'u size Melik (cihad emiri ve yönetici) olarak tayin etti. (Haydi artık ona biat ve itaat edin.)” Bunun üzerine bazıları: “O bizim üzerimize nasıl komutan olabilir? Ki bizler liderliğe ondan daha layıkız. Halbuki ona geniş servet ve mal da verilmemiştir" diyerek (itiraz ettiler... Cihad sorumluluğundan kaçmak için komutanda kusurlar aramaya, nefsaniyet ve enaniyet yüzünden ortalığı bulandırmaya başladılar... O beş bin kişinin de üç bin kadarı böylece ayrıldı ve ayıklandı. Geride sadece iki bin kişi kadar kaldı. Ve peygamberleri onlara) şunları söyledi: “(Neden nefsinize uyup bu komutana itaatten kaçıyorsunuz?) Halbuki elbette Allah (CC) onu sizin üzerinize seçti (ve başınıza gelmesini takdir etti), ona (psikolojik) genişlik (ve liderlik yeteneği verdi), onun ilmini (yeterli ve gerekli bilgiyle beraber hidayet, feraset ve dirayetini) ve bedeni (kuvvetini, zorluklarla mücadele becerisini) ziyadeleştirdi. (Bir cihad emirine ve devleti yönetenlere gereken sıfatlar da bunlardır.) Allah mülkünü dilediğine verir. Allah'ın (lütfu) geniştir ve her şeyi hakkıyla Bilendir... (Sizin bu meşru komutana itaatsizliğiniz, aslında Allah'ın takdirine ve taksimine itirazınız ve itimatsızlığınız yüzündendir.)”
-
2:248
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِه۪ٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ ف۪يهِ سَك۪ينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ۟
Peygamberleri, onlara (şöyle) dedi: “Onun hükümdarlığının belgesi, size Tabut'un (kutsal emanet bulunan sandukanın) gelmesi (olacaktır ki); onda Rabbinizden 'bir güven duygusu ve huzur' ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalan (kutsal hatıra)lar vardır. Onu melekler (manevi görevliler ve enerji güçler) yüklenip getirirler. Eğer inanmış kimselerseniz, şüphesiz bu sizin için bir ayet ve delildir.”
-
2:249
فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْۜ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ
(Derken) Talut (yanında kalan az sayıdaki) orduyla birlikte (savaşmak üzere bulundukları yerden) ayrılıp (yola çıktığında:) “Doğrusu, Allah sizi (önümüze çıkacak) bir ırmakla imtihan edecektir. (Susamanıza rağmen, karşıya geçinceye ve ben size izin verinceye kadar) Kim bu (su)dan içerse, (artık) o benden değildir. Kim de -eliyle bir avuç hariç- doyasıya tadıp içmezse o bendendir. (Anlarım ki sadık ve sağlam birisidir)” dedi. (Ama) Az bir kısmı hariç, hepsi o sudan içmişlerdi. Nihayet (Talut ve) iman edenler beraberce (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): “Bugün bizim Calut'a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yoktur” diyerek (fesada yönelmişlerdi). Allah’(ın va’adine, nusretine ve rahmetine) kavuşacaklarına kesinlikle iman ve itimatları (ve Rablerine hüsnüzanları tam ve sağlam) olanlar ise dediler ki: “Allah’ın izniyle, nice az (ama itaatkâr ve sebatkâr) topluluk, çok daha kalabalık (ve güçlü sanılan) topluluklara galip gelmiştir. (Çünkü) Allah sabreden (mü’minlerle) beraberdir.”
-
2:250
وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ قَالُوا رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَۜ
Onlar(dan iman erleri) Calut ve askerlerine karşı çıkarken de şunları söylemişlerdi: “Rabbimiz, (cihaddan kaçmamak, ordudan ve itaatten ayrılmamak için) üzerimize sabır ve metanet yağdır; ayaklarımızı (hizmet ve istikamet üzerinde sabit ve) sağlam tut ve (Senin Hakk Dinini ve adalet düzenini) inkâr eden topluluklara karşı bize yardım et..." (diye dua etmişlerdi.)
-
2:251
فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِۙ وَقَتَلَ دَاوُ۫دُ جَالُوتَ وَاٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَٓاءُۜ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَ
Böylece, Allah'ın izniyle onları (çok az sayıdaki sadıklar, kalabalık ve donanımlı düşmanları) yenilgiye uğrattılar. (Daha peygamber olmamış bulunan ve genç bir subay olarak orduya katılan Hz. Davud, düşman tarafın henüz bilmedikleri ve şaşkınlıkla izleyip panikledikleri, yeni bir teknolojik silah hükmündeki attığı sapan taşıyla, zırhlar içinde ve fil üzerinde gururla meydan okuyan kâfir komutanı Calut'un gözlerini kör edip, beynini akıtarak devirince; başsız kalan düşman birlikleri dağıldılar ve bozulup kaçtılar; böylece) Davud Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet (hükümdarlık ve bilgelik) verdi; ona dilediği şeylerden (yöneticilik, adalet, sanat ve teknoloji bilgilerinden) öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını defedip (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazıl (ve ihsan) sahibidir.
-
2:252
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Bunlar, (basit hikâyeler değil) Allah'ın ayetleridir ki, bunları Sana Hakk (ve ibret) olarak okuyoruz (vahyedip öğretiyoruz). Elbette Sen bu (gerçekleri öğretmekle görevli) elçilerdensin.
-
3. Cüz
-
2:253
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلٰكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟
(İbret ve hikmet dersi olarak anlattığımız) İşte bu elçiler (peygamberler yok mu, onların); bir kısmını bir kısmına (faziletçe) üstün kıldık. Onlardan, (Hz. Musa gibi) Allah'ın kendileriyle kelâm ettiği ve derecelerle yükselttiği (nebiler) vardır. (Örneğin) Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve Onu Ruhu'l-Kudüs'le destekledik. Şayet Allah dileseydi (ve fırsat vermeseydi), kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen (ümmet)ler, çarpışıp birbirlerini öldürmezlerdi. Ancak (aralarındaki ihtiras ve iktidar yüzünden) ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi inkâr etti. Allah dileseydi (takdir etmeseydi) birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini İşleyendir. (Ve her işi hikmetli ve adaletlidir.)
-
2:254
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Ey iman edenler, içinde hiçbir alış-verişin (çıkar ilişkisinin), hiçbir dostluğun (ve kişisel muhabbetin bulunmadığı) ve (Allah’ın izni hariç) hiçbir şefaatin olmadığı (aracıların bulunmadığı) gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. (Ahireti ve ona hazırlık görmeyi inkâr eden) Kâfirler (var ya); onlar (kendilerine ve yakın çevrelerine) zulmedenlerin ta kendileridir.
-
2:255
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ
Allah (O’dur ki), Kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. (Ve bu asla mümkün değildir.) O sürekli diridir ve yarattıklarını koruyup yönetendir. O'nun bir (an bile) uyuklaması (gaflet basması) ve uykuya dalması yoktur. (Allah bu kusurlardan münezzehtir.) Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. (Her şey O’nun elinde ve emrindedir.) O'nun izni olmadan, (Allah’ın) katında kim (başkalarına aracılık için) şefaat edebilir? O, onların geçmişlerini ve geleceklerini (bütün mahlûkatın önceden ettiklerini ve sonradan işleyeceklerini) bilir. Onlar (kulları) ise, O'nun ilminden, O'nun dilediğinin dışında hiçbir şeyi (anlayıp) kavrayamazlar. (Bildiklerini de Allah öğretir.) O'nun Kürsüsü (hükümranlığı), gökleri ve yeri (tamamen) kaplamış ve kuşatmış vaziyettedir. Onları (gökleri ve yeri) koruyup gözetmek (ve bu harika kâinat düzenini yürütmek, asla) O'na ağır da gelmemektedir. O, çok Yücedir, çok büyük Azamet sahibidir.
-
2:256
لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
(İnsanları İslam’a sokmak için de, ibadetleri yaptırmak için de) Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. (Zorlama; imtihan -deneme ve elenme- sırrına aykırıdır.) Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapkınlık ve azgınlıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu (İslam dışı sistemleri ve zalim kişileri terk ve inkâr ederek onları) tanımayıp Allah'a inanırsa (İslam nizamına tâbi olursa); artık o, şüphesiz sapasağlam bir kulpa yapışmıştır ki; bunun kopması yoktur (Kur’an’a tutunanların mahrum ve mahcup olma endişesi kalmamıştır). Allah, (her şeyi ve hakkı ile) İşitendir, Bilendir.
-
2:257
اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
Allah, iman edenlerin velisi-destekçisi (sahibi, hamisi ve hayra yönlendiricisi)dir ki; onları karanlıklardan nura çıkarır. Kâfir takımının (ve münafıkların) velisi (akıl vericileri) ise tağut (zalim ve şeytani güç odaklarıdır) ki, onları (İslam ve iman) nurundan (ayırıp küfür ve zulüm) karanlıklarına götürüp bırakır. İşte bunlar cehennem ateşinin ehlidir ve orada süresiz kalacak kimselerdir.
-
2:258
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ي حَٓاجَّ اِبْرٰه۪يمَ ف۪ي رَبِّه۪ٓ اَنْ اٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَۢ اِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّيَ الَّذ۪ي يُحْي۪ وَيُم۪يتُۙ قَالَ اَنَا۬ اُحْي۪ وَاُم۪يتُۜ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ فَاِنَّ اللّٰهَ يَأْت۪ي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذ۪ي كَفَرَۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۚ
Allah, kendisine mülk (hükümdarlık) verdi diye, Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni (Nemrut kâfirini) görmedin mi? Hani (Sana manen seyrettirdiğimiz gibi) İbrahim: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” deyince; o da: “Ben de öldürür ve diriltirim (istediğimi katleder, istediğimi öldürmekten vazgeçerim)” demişti. (O zaman) İbrahim: “Şüphesiz Allah Güneş’i doğudan (çıkarıp) getirir; (haydi) sen de onu batıdan (çıkarıp) getir (Allah’ın Güneş sistemi ve gezegenlerle ilgili mükemmel düzenini değiştir de görelim)” deyince, o kâfir (Nemrut) böylece afallayıp kalıvermişti. Allah, (böylesi) zalimler topluluğunu hidayete erdirmeyecek (ve onlara huzur ve onur vermeyecek)tir.
-
2:259
اَوْ كَالَّذ۪ي مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَاۚ قَالَ اَنّٰى يُحْي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۜ قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًاۜ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan kişiyi (Hz. Uzeyr’i görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra (acaba) nasıl diriltecektir?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu (tekrar) diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak (ki çürüyen iskeletini göreceksin); işte (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Şu kemiklere de bir bak; onları nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi iyice) Biliyorum ki gerçekten Allah, şüphesiz her şeye güç yetirendir.”
-
2:260
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْيًاۜ وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟
Hani bir zaman İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona: Yoksa) “İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (elbette inanıyorum), ancak kalbimin tatmin olması için (bunu istiyorum)” cevabını verdi. (Cenab-ı Hakk ise:) "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp karıştır ve) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları (kendine) çağır. (Göreceksin ki) Sana koşarak geleceklerdir. Bil ki, şüphesiz Allah, Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir" buyurmuşlardı.
-
2:261
مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ
Mallarını Allah yolunda infak edenlerin (yakınlarına yeterli nafaka ödeyenlerin, başka muhtaçlara ise ihtiyaç giderici ölçüde sadaka verenlerin ve cihadı madden destekleyenlerin) örneği; yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane (tahıl habbesi) bulunan bir tek tohumun örneği gibidir. Allah, dilediğine (daha) kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, her şeyi ayrıntıları ile bilip durandır.
-
2:262
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَنًّا وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eziyet vermeye kalkışmayanların ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
-
2:263
قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَل۪يمٌ
(Elbette) Güzel bir söz ve (kusur) bağışlama, peşinden eziyet gelen (ve minnet edilen) bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, (günahkâr kullarını erteleyip) yumuşak davranandır.
-
2:264
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ
Ey iman edenler! -İnsanlara gösteriş için malını harcayan, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimse gibi- başa kakmak ve incitip eziyette bulunmak suretiyle sadaka ve hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin misali, üzerinde az bir toprak bulunan (ve tohum atılan) bir kayanın haline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur (düşünce veya hafif bir rüzgâr) isabet edince, üzerindeki toprağı silip süpürüp kendisini katı bir taş halinde bırakır. Onlar (gösteriş için hayır ve hizmet yapanlar, işte böyle riyakârlıkla) emek harcayıp kazandıkları hiçbir şeyi elde tutmaya kâdir olamazlar. Allah kâfirler topluluğunu hidayete ulaştırmayacaktır.
-
2:265
وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَتَثْب۪يتًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاٰتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِۚ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sadece Allah'ın rızasını istemek ve kendi özlerinde olan (iman)ı kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin misali ise; verimli bir tepede bulunan, bolca düşen yağmur aldığında ürünlerini iki kat sunan bir bahçenin örneğine benzer ki; ona sağanak yağmur isabet etmese de bir çisentisi (bile yeterli sayılır, sahiplerini ferahlatır ve meyveleri toplanır). Allah, yaptıklarınızı Görendir.
-
2:266
اَيَوَدُّ اَحَدُكُمْ اَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ لَهُ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۙ وَاَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَٓاءُۖ فَاَصَابَهَٓا اِعْصَارٌ ف۪يهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ۟
Sizden hangi biriniz arzu edip ister ki, kendisine ait altından (ortasından, etrafından) ırmaklar akan, (tatlı su kaynakları olan) hurmalardan ve üzümlerden (gönül okşayan) bir bahçesi olsun, içinde (hepsi) kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, (üstelik) zayıf ve küçük çocukları da olsun, (böyle bir durumda iken) ona (bahçesine) ateşli bir kasırga isabet etsin de hepsi kuruyup yanıversin? (Yani ömür sermayesini, Allah’ın verdiği nimet ve servetini; ahireti kazandıracak iman ve iyilikler yerine, küfür, kötülük ve cimrilikle heba edenler de sonunda çok pişman ve perişan oluvereceklerdir.) İşte Allah size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.
-
2:267
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّٓا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِۖ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَب۪يثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاٰخِذ۪يهِ اِلَّٓا اَنْ تُغْمِضُوا ف۪يهِۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ
(Öyle ise) Ey iman edenler! Kazandıklarınızın (ticari kârlarınızın) ve sizin için yerden çıkardıklarımızın (meyve ve hububatların) temiz ve kıymetli tarafından infak yapın. (Fakirlerin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar Allah yolunda harcayın.) Kendiniz, gözünüzü yummadan almaya tenezzül etmeyeceğiniz kötü (çürümüş, eskimiş, işe yaramaz ve hiçbir ihtiyacı karşılayamaz derecede az) şeyleri infak etmeye kalkmayın. Bilin ki Allah zengin ve cömerttir. (Size bol bol ihsan ve ikram ettiği gibi, sizden de öyle iyilik ve infak ister.) Övülmeye ve şükredilmeye layık (olan yalnız Kendisidir).
-
2:268
اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَٓاءِۚ وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلًاۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ
Şeytan (eğer yoksulluk çekenlere, onların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar verirseniz) sizi fakir düşmekle korkutur. Ve size (cimrilik hissi veya iyilik karşılığı kadınların cinsi ilgisini çekme isteği gibi) kötü ve çirkin davranışları (fahşayı emredip) öğütler (vesveseyle dürtükler. Halbuki) Allah (CC) ise (şayet infak, iyilik ve cömertlik gösterirseniz) size Kendi katından mağfiret ve faziletler va’ad ediyor. Şüphesiz Allah'ın (Lütfu) geniştir ve O her şeyi hakkıyla Bilendir.
-
2:269
يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْرًا كَث۪يرًاۜ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
(Allah) Hikmeti, kime dilerse (kim ilmi ve hakikati talep eder ve bu yönde ciddi gayret gösterirse) ona verir. (Hikmet ehli kılınan seçkin ve nasipli birisidir.) Ve her kime de hikmet (ilim ve feraset) verilirse, hakikaten ona çok hayır lütfedilmiştir. (Bu gerçeği ise ancak) Akıl ve gönül ehli düşünüp anlar (ve değerlendirir).
-
2:270
وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْ نَذْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ
(Ey mü’minler, gösterişten ve cimrilikten vazgeçin!) Her neyi nafaka olarak infak eder veya nezir olarak neyi adarsanız, (zaten) muhakkak Allah onu bilir. (İmkân ve fırsatı olduğu halde infaktan ve hayır yolunda harcamaktan kaçınarak cimrilik yapan) Zalimlerin ise yardımcıları yoktur. (Allah zulmedenleri yalnız ve yardımsız bırakacaktır.)
-
2:271
اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَۚ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَٓاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّـَٔاتِكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Sadakaları açıkta (ve başkalarını teşvik maksadıyla) verirseniz ne iyi; fakat gizlice fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. O da, günahlarınızdan bir kısmını bağışlar. (Çünkü) Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
-
2:272
لَيْسَ عَلَيْكَ هُدٰيهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَا تُنْفِقُونَ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ اللّٰهِۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ
(Ey Resulüm!) Onların hidayete ermesi, Senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. (Senin görevin sadece tebliğdir.) Ancak Allah, dilediğini (ve hak edeni) hidayete erdirir. (Öyle ise mü’min kullarıma de ki:) “Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Ve hayırdan her neyi infak ederseniz (hepsinin karşılığı hiçbir) -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size eksiksizce ödenecektir.” [Not: Bu ayette cömertliğin, İlahi rahmet ve hidayeti celbedeceğine dikkat çekilmektedir.]
-
2:273
لِلْفُقَرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَرْبًا فِي الْاَرْضِۘ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًاۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ۟
(Sadakaların, hayır ve zekâtın bir kısmı da) Kendilerini Allah yolunda (cihada ve ilmi çalışmalara vakfedip) adayan (ve geçim için uğraşmaya fırsat bulamayan) fakirler içindir ki onlar, yeryüzünde (rızık için) dolaşmaya imkânları olmayanlardır. İffetlerinden (ve dilenmeye tenezzül etmediklerinden) dolayı, bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları simalarından (mahrumiyet ve mahcubiyet belirtilerinden) tanırsın. (Devlet yetkililerinin ihtiyaç sahiplerini tespit etmesi lazımdır. Bunlar iffetlerinden dolayı) Yüzsüzlük ederek insanlardan istemekten utanmaktadırlar. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir (ve karşılığını verir).
-
2:274
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Servet ve mallarını (yetkisini ve makamlarını, imkân ve fırsatlarını) gizli ve açık (olarak), gece ve gündüz (maddi birikimlerini ve enerjilerini) Allah yolunda infak edenlerin (yani işe yarayacak ve ihtiyaçları karşılayacak kadar hayır verenlerin) ücreti ve mükâfatı Rableri katındadır... Onlara (dünyada ve ahiret hayatında) korku yoktur ve onlar asla mahzun (ve mahcup) olmayacak (kutlu kimselerdir).
-
2:275
اَلَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذ۪ي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَۜ وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ وَمَنْ عَادَ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
(Farklı isimler ve sistemler içerisinde ve çeşitli şekillerde) Faiz (riba) yiyenler (ve faiz ekonomisini yürütenler; dünyada asla ayakta duramayacak, onurlu ve huzurlu yaşayamayacak, kıyamet günü ise) ancak şeytan çarpmış (sara nöbetine yakalanmış) olanın kalkışı gibi, (Allah’ın kahrına uğramış) olmaktan başka (bir tarzda) kalkamayacaklardır. Bu, onların: "Alım-satım da ancak faiz gibidir" demelerinden (faizi helâl görmelerinden ve faize fetva üretmelerinden) dolayıdır. Oysa Allah, (riskli ve zahmetli) alışverişi helâl, (emek sömürücü ve kan emici) faizi ise haram kılmıştır. Böyle her kime Rabbinden bir uyarı ve yasaklama gelip de (faize) bir son verirse, artık geçmiş (dönemdeki uygulamaları ve kazandıkları) kendisine kalır (ve bağışlanır; bundan sonraki) işi(nin başarısı ve bereketi) de Allah'a aittir. (Devlet ona helâl ve hayırlı kazanç yolları göstermelidir.) Kim de (cahili sisteme) geri dönerek (faizli muameleye devam ederse), artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. [Not: Bu ayette “Elleziy ye’külü-r riba” (Faiz yiyen kimse) denmeyip; çoğul olarak “Elleziyne ye’külune-r riba” (Faiz yiyen kimseler) buyrulması, yani, ismi mevsulün, cemi müzekker salim kalıbı ile getirilmiş bulunması; asıl tehlikeli ve tahrip edici FAİZ’in, ferdi riba muamelesinden ziyade bugünkü gibi bir sistem halinde ve resmi müesseseler (banka şubeleri) eliyle yürütülen faiz cinsinin olduğuna dikkat çekmek amaçlıdır.]
-
2:276
يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ
Allah, faizi (faizci sistemleri ve halka zulmeden hükümetleri) yok edip (iflasa ve inkıraza sürükler) de, sadakaları (servet ve üretim vergisi olan zekât müessesesini, yani Kur’an’a dayalı Adil bir Düzeni uygulayan cemiyet ve devletlerin gücünü ve refahını ise) arttırır. (Bu nedenle adil devletin de faizi yasaklaması lazımdır.) Allah, (faizi mübah sayan) günahkâr kâfirlerin ve fırsatçı nankörlerin hiçbirini sevmez. (Onları hidayet ve inayetinden mahrum bırakır.)
-
2:277
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
İman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve (helâl kazanılan servet ve üretimlerinin) zekâtını verip (borçtan kurtulanlar var ya); şüphesiz onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
-
2:278
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبٰٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Ey iman edenler! Allah'tan korkup (her türlü haram ve haksızlıktan) sakının ve eğer (gerçekten) inanmışsanız, faizden artakalanı (ana paranızdan fazlasını) bırakın (faizci düzenden uzaklaşıp kurtulmaya bakın).
-
2:279
فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُ۫سُ اَمْوَالِكُمْۚ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ
Şayet böyle yapmazsanız, (yani faizi, faizci düzenleri ve yöneticileri bırakmazsanız) Allah'a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı (adil devlet ve hükümet düzeninin temellerini yıktığınızı) bilip anlayın (ve ona göre davranın). Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz. (Öyle ise mü’minler faizsiz düzene geçmek için çalışmalıdır.)
-
2:280
وَاِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ اِلٰى مَيْسَرَةٍۜ وَاَنْ تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (tanıyın. Onun borcunu) sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz (ahiret yatırımı dünya kazancından yararlı ve kalıcıdır).
-
2:281
وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ ف۪يهِ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ۟
Allah'a döneceğiniz (ve her şeyden hesap vereceğiniz) günden sakının. (Faiz günahıyla huzura çıkmayın.) Sonra herkese kazandığı eksiksizce ödenecek ve onlara (asla ve zerre kadar) haksızlık yapılmayacaktır.
-
2:282
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُۜ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِۖ وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْۚ وَلْيُمْلِلِ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـًٔاۜ فَاِنْ كَانَ الَّذ۪ي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَف۪يهًا اَوْ ضَع۪يفًا اَوْ لَا يَسْتَط۪يعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِۜ وَاسْتَشْهِدُوا شَه۪يدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْۚ فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰىۜ وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ اِذَا مَا دُعُواۜ وَلَا تَسْـَٔمُٓوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغ۪يرًا اَوْ كَب۪يرًا اِلٰٓى اَجَلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنٰٓى اَلَّا تَرْتَابُٓوا اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُد۪يرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَاۜ وَاَشْهِدُٓوا اِذَا تَبَايَعْتُمْۖ وَلَا يُضَٓارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَه۪يدٌۜ وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ey iman edenler! Belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. (Senet yapınız. Şahitli noter sistemini uygulayınız.) Aranızdan (resmi görevli ve yetkili) bir kâtip (borçlanma senetlerini) doğru ve tam olarak yazsın. (Borçlar, noterlik gibi resmi ve geçerli bir kayıt altına alınsın.) Kâtip, Allah'ın kendisine öğrettiği (ve devletin belirlediği) gibi (gerçeği) yazmaktan kaçınmasın, (olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da (bu şahitli ve resmi senedi) yazdırsın ve Rabbi olan Allah'tan sakınsın, ondan hiçbir şeyi eksiltmeye kalkmasın. Eğer üzerinde hak olan (borçlu), aklı ermez (safdil) biri, ya da za'af (bedeni ve psikolojik bir sorun) sahibi ise, veya kendisi yazmaya güç yetiremeyecekse, onun velisi (borç senedini) dosdoğru şekilde yazdırsın. (Bu borçlanma senedine) Erkeklerinizden de iki şahit tutun; eğer iki erkek yoksa, şahitliklerine rıza göstereceğiniz bir erkek ve biri unutup şaşırdığında öbürü ona hatırlatacak (şekilde) iki kadın (da olur. Çünkü kadınlar genellikle duygusaldır ve kendi işlerine yoğunlaşırlar. Bu borçlar ve alacak-verecek konularında) şahitler (mahkemeye ve arabulucu kimselere) çağırıldıkları zaman (hâkim karşısında gerçeği aynen konuşmaktan) kaçınmasınlar. (Bu nedenle) Onu (her türlü borcu ve özellikle SELEM; yani para peşin, mal veresiye senetlerini) az olsun, çok olsun, (borçlandığınız şeyleri) süresiyle (cinsi ve miktarı ile) birlikte yazmaya (sakın) üşenmeyin (ki, sonra hiç kimse borcunu inkâr ve istismara kalkmasın ve insanlar mağdur olmasın). Bu, Allah katında en adil, şahitlik için en sağlam, şüpheye düşmemeniz için de en uygun olandır. Ancak aranızda (hemen) devredip durduğunuz ve peşin olarak yaptığınız ticaret başka, bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. (Artık) Alış-veriş ettiğinizde (para veya kıymetli eşya karşılığında arsa, araba, ev ve dükkân devrettiğinizde) de şahit tutun (ve resmiyete sokun). Yazana da, şahide de zarar verilmesin. (Noterlik ve yol masraflarını karşılayın.) Eğer aksini yaparsanız, o, kendiniz için fısk (zulüm ve günah)tır. Allah'tan sakının. Allah (böylece senetleşmeyi ve borçlarınızı garanti etmeyi) size öğretiyor. Allah her şeyi (hakkıyla) Bilendir (ve ona uygun hükümler koyandır).
-
2:283
وَاِنْ كُنْتُمْ عَلٰى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِبًا فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌۜ فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُۜ وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَۜ وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَاِنَّهُٓ اٰثِمٌ قَلْبُهُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ۟
Eğer yolculukta olursanız ve (resmen yetkili ve görevli bir) kâtip de bulamazsanız, bu durumda (borçludan) alınan rehinler (yeterli sayılır). Yok eğer birbirinize güveniyorsanız, kendisine güven duyulan, Rabbi olan Allah'tan (korkup haramdan) sakınsın da emanetini (sahibine geri) ödesin (borcunu versin). Şahitliği (asla) gizlemeyin (ve değiştirmeyin). Kim onu gizlerse, artık şüphesiz, onun kalbi günahkârdır (ve kötülük yuvasıdır. Oysa) Allah, bütün yaptıklarınızı Bilendir.
-
2:284
لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِنْ تُبْدُوا مَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللّٰهُۜ فَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini (kurgulayıp nefislerinizde beslediklerinizi) açığa vursanız da, gizli tutsanız da, Allah sizi (niyet ve hedefleriniz doğrultusunda) onunla sorguya (hesaba) çekecektir. Sonra dilediğini (hak edeni) bağışlar, dilediğini (müstahak kimseyi) de azaplandırır. Allah, her şeye (güç yetiren) Kâdir’dir.
-
2:285
اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه۪ وَالْمُؤْمِنُونَۜ كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ۜ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه۪۠ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ
Elçi-Resul (olan Hz. Muhammed Aleyhisselam), kendisine Rabbinden indirilene (Kur’ani hüküm ve haberlere) iman etti, mü'minler de (bunlara iman, inkiyad ve itaate karar verdi). Hepsi birden Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına ve Elçilerine inanıp (teslimiyet gösterdi). Dediler ki; "O'nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz (hepsinin nübüvvetine iman ve fazilet farkını kabul ederiz. Bak: Bakara: 253). İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, Senden bizi bağışlamanı (dileriz). Sonunda dönüp varışımız ancak Sanadır." (İşte gerçek mü’minler böyle teslimiyet gösterenlerdir.)
-
2:286
لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden (kapasitesinden) başkasını yüklemez. (Herkesin) Kazandığı (iyilikler) lehine (kendi hayrına ve menfaatine), kazandırdıkları (veya sebep oldukları kötülükler ile, ona haksız şekilde kazandırılan şeyler ise) kendi aleyhine (zararına ve şer hanesine)dir. “Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya (bu Kur’an’a, akla ve vicdana dayanarak vardığımız kararlarda ve içtihatlarımızda hataen) yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutarak azarlayıp cezalandırma! (Ey) Rabbimiz; (hadlerini aştıkları ve azıp şımardıkları için) bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır (sorumluluklar) yükleyip (bizi bunaltma! Ey) Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma! Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirgeyip acı! Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et. (Nusret ve muvaffakiyet verip zafere eriştir. Amin.)”